24 Mayıs 2010 Pazartesi
"ZÜRRÜYET VE HÜRRİYET"
Katıra, "baban kimdir?" diye sormuşlar, "Dayım attır," diye cevap vermiş. Müslümanları siyasi etkinlikten alıkoymak, İslamiyetin bir siyasi alternatif olarak belirmesini önlemek için her yanda hummalı faaliyetlerin devam ettiği düşünüldüğünde bu söz akla geliyor. Yapılmak istenen, müslümanların gerek oy deposu olarak, gerekse dirijan kadroların yükünü çeken elemanlar olarak, ipleri müslümanların elinde bulunmayan yapı ve organizasyonlar içinde eritilmeleridir. Böyle bir şey olmaz mı? Elbette olabilir. Ne var ki bu olanlar, müslümanların dünya üzerinde adil, üretken ve verimli bir yaşama düzenine hizmet etmelerinin önlenmesiyle sonuçlanır. Müslümanlar çalışır, çabalar, bir çok zorluğa katlanırlar, ama bu katlandıkları, müslüman olmayanların çoğalıp konfor içinde ömür tüketmelerine yarar. Böylece müslümanlar, belli bir uzlaşmanın, belli bir karışmanın, kaynaşmanın ürünü olarak toplum hayatında yerlerini alırlar ve fakat aldıkları bu yer, her zaman başkalarının onlara lütfen verdikleri yerdir. Hiçbir zaman bu katlandıkları zorlukların meyvesini kendilerinin devamı olan kuşaklara taşıyamazlar. Çünkü yeni kuşakların, yeni yetişen müslümanların, yarım bırakılan işi tamamlamaları sözkonusu olmayacaktır. Müslümanların yüklenecekleri görevleri başkaları tayin ettiği için, yüklendikleri görevleri kendilerinden olan unsurlara kendi elleriyle teslim etmelerine fırsat verilmeyecektir. İslami olmayan yapılar içinde eriyip giden müslümanlar sosyal manada kısırdırlar, tıpkı katır gibi. Katırın babası merkep, anası kısraktır. Katırın erkeği de, dişisi de olduğu halde zürriyeti yoktur. Katırdan hiçbir zaman katır doğmaz. İnsanlar, sarp yollarda ilerleyebilen, tahammül gücü yüksek, hem attan hem de merkepten daha çok yük taşıyabilen katıra sahip olmak için, her seferinde bir erkek merkeple bir kısrağı biraraya getirmek zorundadırlar. Zürriyeti olmayan katırın hürriyeti de yoktur. Yani katırlar, sadece katırlık yapması için elde tutulan yaratıklardır. Onlara inatları bile çok görülmüştür. Develer ve merkepler de onun kadar inatçı oldukları halde, katır inadının menfi çağrışımı insanların diline yerleşmiştir. Hilkatin öğretici bir işaretidir katırın durumu. Eğer dun (düşük) vaziyetteki unsur, daha yüksek vaziyettekini kendine ram etmişse, bu birleşmeden zürriyetsiz bir ürün husule geliyor. Müslümanlar, yalnız Türkiye'nin değil, yeryüzünün en asil insanları oldukları halde, onların kendilerinden daha soysuz unsurlara ram olmaları, onların buyrukları doğrultusunda hizmet vermeyi kabullenmeleri, sosyal münasebetleri kısırlaştıracak, toplumun daha üretken ve hayra açılan yönünü dümura uğratacaktır. Nitekim, siyasi manada müslümanların kendi insiyatiflerini ellerinde tutarak yürüttükleri hareketler birçok dala ayrılsa, birçok farklı yola girse bile, İslami tutum ve davranışların toplum sathında yaygınlaşmasına sebep oluyor. Buna mukabil müslüman bilinen kimseler, müslümanların kendilerine mahsus ortamlarının dışında bazı fonksiyonları yüklendiklerinde, her zaman gayri müslimlerin hakimiyetiyle sonuçlanan bir ürün doğuyor ve orada bir kısırlık, bir katırlaşma ortaya çıkıyor. Müslümanlar, kendi etkinliklerinin birinci planda olmadığı yapılar içinde bazı önemli pozisyonlara sahip olabilirler, ama onlara müslümanlıklarından başka değer kazandıran vasıf olmadığından, böyle bir pozisyonu kendilerine sağlayan uzlaşmayı gizlemek, gölgelemek ihtiyacı duyarlar. Tıpkı katırın babasını susarak geçiştirip, dayısına sıra geldiğinde böbürlenerek konuştuğu gibi. Ne yapılırsa yapılsın, ortalığa ne kadar çok sayıda ve tekmesi ne kadar güçlü katırlar salınırsa salınsın, müslümanlar kendi zürrüyetlerini kesecek birleşmeleri boşa çıkaracaklar. Duamız budur. Müslümanları son birkaç asır boyunca, burjuva, sosyalist, milliyetçi (muhafazakar demokrat) kompostolar içinde eritme çabalarının ardı arkası kesilmedi. Bundan böyle bu çabaların daha da hızlanacağını söyleyebiliriz. Çünkü bir kısım Müslüman, hiç olmazsa bir avuç Müslüman, yanlızca birbirleriyle dayanışarak ve yanlızca İslami sorumluluklar yüklenerek gelecek kuşaklara aktarabilecekleri, gelecek kuşakların faydasına sunabilecekleri sınırlara sadakat göstermeyi en önemli görev sayar olmuşlardır. Bu görev onlara müslüman olmayanlar tarafından verilmediği için, kısırlık tehlikesini bertaraf etmiş sayılırlar. Kendi birliklerini kendi insiyatifleriyle gerçekleştirme başarısına ermek, İslami tutum ve davranışlar bakımından da, çoğalmanın, bereketli ve nitelikli yüksek bir bütünleşmeye açılmanın ön şartıdır. Bunun tersi kısırlıkla, katırlıkla sonuçlanır. (sonuçlanmaktadır da!) ( İsmet Özel - "Tehdit Değil Teklif" Kitabından: )