27 Mart 2012 Salı

"Türklük Devreye Nasıl Girer?" -1-

Faruk'u Azam'ın(r.a.) Kelime-i Şehadet getirip İslam saflarına katılması misali -ani ve cerbezeli- bir "halet-i ruhiye" ile girer.
"Tekbir; (Allah'u Ekber, Allah'u Ekber, Allah'u Ekber... -kafirler inkar edip yalanlasa da Allah en Büyük'tür, en Ulu'dur, en Aziz'dir.-) sadaları Mekke ufuklarını inletir. Müslüman olduktan sonra Allah Rasulun'e(s.a.v.) sualini sorar; "-Kaç kişi olduk Ya Rasulallah? Allah Rasulü(s.a.v.)'de cevap verir; "Seninle beraber 'kırk er kişi' Ya Ömer." -O halde ne duruyoruz yürüyelim "Beyt'ül Haram'a" der ve tekbirlerle yürürler. Müslümanlar o gün -ilk defa- ibadetlerini aşikar olarak -gizlenmeden- yaparlar. Faruk'u Azam(r.a.)'da akşama kadar kafirlerle "mubareze(kavga)" eder.
"Kur'an esrar oluğu...
Sonsuzluğun soluğu...
Gösteren ok kulluğu...
İnkarı İman oldu.
Ömer Müslüman oldu." (N. Fazıl -Rh.- "Es Selam'dan;")

Aşikar Hicret'e niyetlenerek -Beytullah'da- küfr'ün önderlerine karşı, "-Ben hicret ediyorum. Karısını dul, çocuklarını yetim bırakmayı göze alan şu dağın ardında bana yetişsin." diyebilmesi misali; "küfr'e meydan okuya okuya" girer.

Mescid'de kendisine suikast düzenleyen -ateşperest- "ebu lu'lue'nin" müslüman olmadığını öğrendikten sonra "-kanımı bir Müslüman'ın eline bulaştırmayan Rabb'ul Alemine hamd'ü senalar olsun" diye dua etme hassasiyetini -en mutena- "İman ilkesi" kabul ederek girer.

Ahzab Günü -yüz kişilik orduya bedel- kabul edilen "amr bin vud" kafirinin mubareze için yiğit talep etmesine mukabil, Rasulullah'ın(s.a.v.) dahi; "-Gelen amr'dır ya Ali(r.a.)" ikazına rağmen "olsun Ya Rasulallah(s.a.v.)" deyip, er meydanına "-sen de benim dengim değilsin, lakin kılıcımı kılıcınla ölçmeye geldim" nidalarıyla -kafiri hor, hakir ve zelil kılmak üzre- atılan "Haydar-ı Kerrar" misali girer.

Uhud günü harb'in Müslümanlar aleyhine döndüğü o kasvetli anlarda Rasulullah'ı(s.a.v.) -beş arkadaşıyla beraber- savunurken Fahr-ı Kainat Efendimiz'in kucağında Şehadete ramak kalmışken; "Ne mutlu O aşığa ki şu -kahpe- dünyadan göçüp giderken, baş ucunda Senin(s.a.v.) gibi bir 'Yar' bulur." neşidesi dudaklarından dökülen "Ziyat bin Seken El-Ensari(r.a.)" misali "şiir söyleye söyleye" girer.

Mute günü İslam ordusunun -Şehid- kumandanlarından Cafer-i Tayyar'ın(r.a.) kesilen iki koluna bedel "Kudretullah(Azze ve Celle)" makamından "Zül Cenaheyn" -çift kanat- bahşedilerek girer.

Çünkü Türklüğün çift kanadı vardır. Birincisi "kafirin hükmünü reddetmek(kabul etmemek)", ikincisi ise "kafire hükmünü geçirmek(söz dinletmek)" Türk bu kanatları takınca "Er meydanına" -adeta- uçarak girer.
Ves Selam...

(Ehli Mekke'den;) 

21 Mart 2012 Çarşamba

"Şuarayı Türki Vü MENAFİ-İ MİLLİ"

"Türkiye'de şiirin neye ilişkin olduğunu anlayabilirsek, o zaman Türkiye'nin akıbetiyle ilgili daha sağlıklı sonuçlara ulaşabiliriz. Ya da kendimizin hangi misyonla karşı karşıya olduğumuz konusunda daha açık seçik fikirlere kavuşabiliriz. Birçoklarının sandığı gibi şiir, Türkiye'de böyle cafcaflı laflar, ya da ne bileyim güzel ifadeler meselesi değil."Türkiye'de şiir, ülkenin hayatının teminatıdır." Mübalağa ettiğimi sanmayın. Bugün Türkiye'de siyasi manada birtakım bayağılıklar ya da bariz hatalar ortaya çıkıyorsa, bunun tek sebebi bu insanların şiirle kurdukları irtibatın ya çok zayıf olması ya da hiç olmamasıdır. Dolayısıyla bu bir yetişme, kendini yetiştirme, kendini yükseltme meselesidir. O manada insanların önce kendine bir kıymet kazandırmaları ve bu vasıtayla başkalarının kıymetini fark etmeleri söz konusudur."

"Eğer kıymetin dolar bazında ölçülebileceği fikrindeysek, bir şeyin kıymeti kaç dolar ettiğiyle anlaşılıyorsa, bu bir yoldur, ki şu anda Türkiye o yolu yürüyor; bir de "Türk şiiri'nin neresine düşüyor?" sorusuyla yürünecek bir yol vardır. Sağına mı? Soluna mı? Önüne mi? Arkasına mı? Altına mı? Üstüne mi? Bu da toplumu anlamak için bir ölçü olabilir. Bu ölçü esas alındığı zaman Türkiye'nin milli birliği(menafi-i milli) ya da toprak bütünlüğü meselesinin mahiyeti çok daha berrak görülür, meselelerin çok daha aydınlatılmış bir sahada konuşulabilir hale geldiğini anlayabiliriz. Ama eminim ki bu, hiç istenmeyen bir şeydir."

"Çünkü Türkiye'de insanlar kendi kültürlerinin yerini anlama konusunda çekingen davranıyorlar. Çünkü başka bir kültürün kendilerini daha mutlu edeceğine filan inanıyorlar. Benim düşündüğüm şu ki, Türkiye'de şiirle ölçülen değerle dolarla ölçülen değer arasında tercih yapan insanların birbirinden ayrılmaları, hatta birbirinden kopmaları, Türkiye'nin lehine olacak bir şeydir. Kimin nerede olduğu, sarahaten bilinmeli ki, ondan bir semere doğsun."

(İsmet Özel - Cemal Reşit Rey konser salonu - 31 Aralık 2005)

14 Mart 2012 Çarşamba

"Mü'min Niçin Ye'se Kapılmaz?"

İşler bir gün şimdi olduğundan daha iyiye giderse bundan hoşnutluk duyacağım kesindi ve böyle olması için de bana ne düşüyorsa onu üstlenmekten geri durmadım; ama işlerin iyiye gidişinden doğabilecek sonuçların beklentisine kendimi kaptırmadım. Karamsardım ve bence işlerin kötüden betere gitme ihtimali her zaman daha yüksekti ve tecrübe kötüye gidişin kanıtlarıyla leb a leb doluydu. Buna rağmen ne ihtimal hesapları ne de tecrübeler beni mey'us kılabildi. Hep karamsardım ve hep ümitliydim. Nasıl oluyor bu?
Günlük hayatın akışı içinde çoğu kimse karamsarlığı ümitsizlikle karıştırır ve/veya birini diğerinin yerine ikame eder. Oysa gerçek çoğu kimsenin inandığından farklıdır. Karamsarım, çünkü rağbet ettikleri düşünceler ne olursa olsun bütün insanların günübirlik kazançlarını güvenceye almaksızın harekete geçmeyeceklerini, eğer düşüncelerinin gerektirdiği hareket onları derhal kayba uğratacaksa, bir koyup beş almak sözkonusu değilse kıllarını bile kıpırdatmaya yanaşmadıklarını çok erken öğrendim. Kendim de bir insanım ve insan olmanın bütün zaafları bende de var. Karamsarım, çünkü insanım.
İnsanım ve dua edebilirim. Duamın kabul olunacağı ümidini içimde taşıyabilirim. Karamsarım, çünkü hayra mı şerre mi dua ettiğimi duamın kabulüyle ortaya çıkan sonuca ulaşmadan bilmem imkansız. Ümitliyim, daha en başından beri hayra dua edenlerden biri olma kapısının bana açık tutulduğunu biliyorum. Ümitliyim, şerre dua ettiğimi sonradan anlamış olsam bile hayr ve şer arasındaki ayrımı görebilecek derecede hayra açıklığımı kaybetme felaketine uğramadım.
Eğer iyimser olsa idim geleceğin şimdikinden daha güzel, daha doğru, hakkaniyete şimdikinden daha çok riayet eden özellikte olacağını kabul etmem gerekecekti. İyimser olsa idim geçen zamandan sonra doğan sonuçları yüceltmem gerekecekti. Eğer zaman geçtiği ve bazı sonuçlar doğurduğu halde ortalıkta yüceltilebilecek değerde bir şey olmadığını görmüşsem meyus olurdum. İyimser bir insan geçirdiği tecrübelerden sonra iyimserliğini devam ettiriyorsa kendini kandırmaktan zevk alıyor demektir. Yani iyimserliğin sonuçlarından biri yalancılıktır. İyimserliği isabetli saydığı halde kendini aldatmaya meyli olmayanları bekleyen akıbet ise ye's olsa gerek. Çünkü onlar kendileri başta olmak üzere geleceğin daha iyi kılınabileceği hususunda insanlara güvendiler. İnsanların fos çıkması, kendilerinin de fosluğuna, gizli veya açık, onları ikna etti.

Geleceğin parlak sonuçlar sunmadığı şartlarda mü'min ye'se kapılmıyor. Çünkü kainatın çekilip çevrilmesinde insan soyunun iktidar sahibi olmadığını, insanın ihtiyarını ancak dua ederek ve vecibelerini yerine getirerek kullanabileceğini biliyor. Mü'min ye'se kapılmıyor, ümidini kaybetmiyor; çünkü duanın gereksiz ve geçersiz olmadığına bir tek 'O' inanıyor. 

"Sadece O, bütün kazançların önüne tevbenin sağlayacağı kazancı koyabiliyor."

(İsmet ÖZEL - "Tavşanın Randevusu")

7 Ocak 2012 Cumartesi

"Biz(Türkler) O Emrin, O Kavlin Ardı Sıra Saf Tuttuk"

Acizane (haddimiz olmayarak) izahına katkıda bulunmaya gayret sarfettiğimiz "Türklük" (Ehli Fetanet) mevzuunu anlayıp-anlamlandıramamakta (bu kadar muhavereden sonra) hala ısrar eden, niyetlerinin ne olduğunu çözemediğim bir kesim tarafından irdelenmesini, eleştirilmesini, "eba (geri durma, kaçınma), inkar, tuğyan (hiddetlenme), münazaa (düşmanlık, husumet)" tavrı ile karşılık verilmesini, hayret ve dehşetle müşahade etmekteyim.

İki ayrı "Türklük" arasındaki fark'ın "zifaf ile - zina" arasındaki fark kadar derin ve bariz olduğunu defaatle izaha yeltenmemize rağmen mevzumuzun inatla -kafirlerin dayattığı- "ırk türkçülüğüne" sardırılmasına bir kez daha cevap vermeye niyetli değilim. Lakin adeta tırnaklarımızla kazıyarak belli bir merhaleye getirdiğimize inandığım mücadelemizin böyle mesnetsiz argümanlarla (ahmakça) heder edilmesine de gönlümüz razı olmaz. Hidayet'in, İman'ı kemale erdirme gayretkeşliğinin bir tercih ve nasip meselesi olduğunun farkında olanlardanız (Elhamdülillah). İnsanın; "Görenedir, görene! kör'e nedir, kör'e ne! - Yumma gözün kör gibi!" diyesi geliyor!..

"Türk olmak, Türk'ün tarafına geçmek;" Üst başlığıyla gruba gönderdiğimiz tespitlerin bir nevi devamı mahiyetindeki bazı mülahazatı da dikkatinize sunmak isterim. Şöyle ki; Uhud günü "iki gözlü tepenin" (Cebel-i Ayneyn) dünya ganimetlerine bakan tarafına itibar ederek -Rasulullah (Aleyhis Selam) Efendimizin kesin emrine rağmen- terk edenler, bir de -ne pahasına olursa olsun- emre riayet ederek terketmeyenlerin varlığı sarih bir gerçektir. Şimdi bu iki grup Müslüman'ı "İman, İtaat, ve İtimat" nokta'yı nazarından aynı kefeye koymamız mümkünmüdür? Ayrıca İslam Ordusunun Tebuk Seferine çıkmasını fırsat bilerek (bin türlü yalan bahane ileri sürüp sefere çıkmadıkları halde) -Müslümanları fitne, fesat ve tefrikaya maruz bırakmak niyetiyle- imansız münafıklarca bina edilen "dırar mabedini" -Mü'minlere kurulan tuzağı farkedip (durumdan vazife çıkararak)- bu imansızlar'ın yıkıp kafasına geçiren bir "Ehli Fetanet Toplum'un" Asr-ı Saadette neşet ettiğini takdir etmek gerektir. Bu mustakim tasarrufa-yönelişe bigane kalanların varlığı da -yadsınamaz bir gerçek olarak- hafızalarımızda yer etmiştir. Israrımız'ın; "Ehli Fetanet Toplumu" kafirlerin tasallutuna karşı tahkim etmeye ve Müslümanların maslahatına münhasır ihya edebilmeye matuf olduğunu bir kez daha ifade etmek isterim.

Bu vesileyle "Mavi Marmara" gemi baskınına da -bir fikir vermesi ümidiyle- temas etmek gerektir kanaatindeyim. (Muhlis hoca yanlış hatırlamıyorsam -baskın sırasında- sende gemideydin!)

Bir tarafta;"Şüheda kanlarıyla sulanmış 'Vatan toprağını' parayla satacak kadar şerefsiz değilim" deyu gürleyen "Sultan Abdülhamit Han" -cennet mekan-. Diger tarafta da; "Mavi Marmara da 'Şehid edilen vatan evlatlarına' karşılık 'özür ve tazminat (para) dilenen' -vasıflarını sıraladığımız 'Numune-i İmtisal Milleti' üç buçuk lanetli yahudi nezdinde- rezil eden, hor-hakir ve zelil kılan "müşkil-i hunsa" misali devlet erkanı! "Allah'ın emri, Peygamber'in kavline" değil de, "amerika'nın emri, israil'in kavli'ne" uymaktan imtina etmeyen "kari-i meşhur - baş vezir(rezil)" manzaraları, Heyhat ki heyhat!..

Son söz niyetiyle; "Hepsi bir yanda, ötemizde, karşı kıyıda, karşımızdaki cenahta; Allah'ın emri, Peygamber'in kavli beride, bizim yanımızda. Biz (Türkler) o emrin, o kavlin ardı sıra saf tuttuk." (Elhamdülillah)