27 Şubat 2017 Pazartesi
Diz çöktürülmek istenen Türkiye;
Zor bir dönemden geçiyoruz. Her şey birbirine karışmış durumda. Baktığımızda sadece düğümlenmiş bir sorunlar yumağı görüyoruz. Sanki hiç çözülmeyecek gibi görünüyor ya da gösterilmek isteniyor. Tehditler ve tehlikeler üst üste geliyor. Türkiye yönetilemeyen bir ülke haline dönüştürülmek isteniyor. Her kritik dönemde Türkiye kendi iç sorunlarına yöneltiliyor ve enerjisini kendi içine harcaması isteniyor. Maalesef her seferinde bu tuzağa düşüyor ve enerjimizi çıkarılan iç sorunlara yöneltiliyoruz. Özellikle de 1974 Kıbrıs Barış Harekatı'ndan sonra Türkiye ve TSK içindeki milli damarı yok edemediklerini gören ve Türkiye ve TSK’nın gücünü anlayan ABD ve Batı’nın hedefi bu gücü tırpanlamak, çürütmek ve milli damarı zayıflatmak olmuştur.
Türkiye’nin hayati kurumları ve TSK hedef seçilmiş ve bu kurumların milli vasıflarının ortadan kaldırılmasına çalışılmıştır. İstihbarat sistemimize el atılmış ve ABD/İngiliz istihbaratının adeta kontrolüne sokulmaya çalışılmış ve önemli ölçüde başarılı olunmuştur da. Subaylarımız ve generallerimiz NATO’nun aslında ABD’nin verdiği dokümanlar ve geliştirdiği strateji, konsept ve doktrinlerle eğitilmiş böylece milli çıkarlarımıza ve sorunlarımıza, milletimize yabancı bir nesil yetiştirilmek istenmiştir. Amaç milli damarın yok edilmesi olarak belirlenmiştir.
Bu çökertmenin, diz çöktürmenin NATO ve ABD etkisiyle başarılamayacağının anlaşılması üzerine ülke içindeki işbirlikçiler ve taşeronlar devreye sokulmuştur. Hatta yurtdışındaki taşeronları da bunlara dahil etmek durumundayız. Kimdir bu taşeronlar hepimiz biliyoruz. Büyük bir bölümümüz bunları yaşayarak gördük. Önce ASALA’yı devreye soktular. Onlarca diplomatımız kaybettik. Sonra da PKK’ yı ortaya çıkardılar.1970-1980 arası gençliğimizin maruz kaldığı ve birbirini katlettiği dönemi yazmak bile istemiyorum. PKK eylemleriyle Türkiye’nin enerjisini harcatırken Türkiye’deki iktidar, muhalefet ve yetkililer soğuk savaşın bittiğini, Varşova Paktı'nın , Sovyetler Birliği'nin dağıldığını ve yeni bir dönemin başladığını anlayamadılar bile. Sonuçta Türkiye bu döneme hazırlıksız yakalandı. Zaten ABD ve Batı'nın da istediği buydu.
Bu arada ABD ve Batı'nın başka planları vardı ve ellerinde yedek bir güç olmasını istiyorlardı. Türk milletini yumuşak karnından vurmalıydılar. Bu maksatla cemaat ve tarikatlara el attılar. Fethullah Gülen'i ve cemaatini hazırladılar. Hem de bu cemaatin unsurlarını TSK dahil Türkiye’nin bütün hayati kurumlarına sızdırdılar. FETÖ’yü darbe yaptıracak kadar güçlendirdiler. Bir taraftan PKK diğer taraftan FETÖ ile bu ülkeyi boğuşturmalarına karşın yine de milli damarı yok edemediklerini gördüler. Bunu 1 Mart 2003'teki tezkere oylamasında anlamışlar ve paniğe kapılmışlardı. Onun için çok yönlü tehdit ve tehlikelerle Türkiye’yi çökertmeye ve Türk milletine diz çöktürmeye çalıştılar. 15 Temmuz FETÖ darbe girişimiyle de bunu başaramadılar. Sonra IŞİD’i ve diğer terör örgütlerini devreye soktular.
Şimdide doları kullanarak Türkiye ekonomisini çökertmeye çalışıyorlar. Aslında etnik ve mezhepsel ayrılıkları, inanç farklılıklarını, ideolojik farklılıkları kullanarak Türk milletini bölmeyi başaramadılar. Terörist eylemlerle, canlı ve araç bombalarıyla, kamu düzenini bozmakla, Türkiye’de can güvenliği yoktur algısı yaratmakla, ekonomiyi çökermekle Türk milletine diz çöktürmeye ve milleti bölmeye çalışıyorlar. Tabii bunlara hemen yanı başımızdaki ülkelerde oluşan ve Türkiye’nin bekasına yönelik tehditleri de eklemeliyiz.
Bizim iç cepheyi güçlü ve sağlam tutmamıza, iç cepheyi bölecek yaklaşımlardan uzak durmaya ihtiyacımız var. Tek ihtiyacımız birlik olmak, tek yumruk gibi olmak. Bunu hep başardık. Yine de başaracağız. İç cephe güçlü olduğu takdirde Türkiye şu anda karşı karşıya bulunduğu ve karşılaşabileceği her türlü tehdidi bertaraf edecektir. Birlik olmayı başarabilirsek çok güzel bir geleceğin Türk milletini beklediğini göreceğiz.
İsmail Hakkı Pekin - 15.01.2017 - Aydınlık
Türkiye’nin hayati kurumları ve TSK hedef seçilmiş ve bu kurumların milli vasıflarının ortadan kaldırılmasına çalışılmıştır. İstihbarat sistemimize el atılmış ve ABD/İngiliz istihbaratının adeta kontrolüne sokulmaya çalışılmış ve önemli ölçüde başarılı olunmuştur da. Subaylarımız ve generallerimiz NATO’nun aslında ABD’nin verdiği dokümanlar ve geliştirdiği strateji, konsept ve doktrinlerle eğitilmiş böylece milli çıkarlarımıza ve sorunlarımıza, milletimize yabancı bir nesil yetiştirilmek istenmiştir. Amaç milli damarın yok edilmesi olarak belirlenmiştir.
Bu çökertmenin, diz çöktürmenin NATO ve ABD etkisiyle başarılamayacağının anlaşılması üzerine ülke içindeki işbirlikçiler ve taşeronlar devreye sokulmuştur. Hatta yurtdışındaki taşeronları da bunlara dahil etmek durumundayız. Kimdir bu taşeronlar hepimiz biliyoruz. Büyük bir bölümümüz bunları yaşayarak gördük. Önce ASALA’yı devreye soktular. Onlarca diplomatımız kaybettik. Sonra da PKK’ yı ortaya çıkardılar.1970-1980 arası gençliğimizin maruz kaldığı ve birbirini katlettiği dönemi yazmak bile istemiyorum. PKK eylemleriyle Türkiye’nin enerjisini harcatırken Türkiye’deki iktidar, muhalefet ve yetkililer soğuk savaşın bittiğini, Varşova Paktı'nın , Sovyetler Birliği'nin dağıldığını ve yeni bir dönemin başladığını anlayamadılar bile. Sonuçta Türkiye bu döneme hazırlıksız yakalandı. Zaten ABD ve Batı'nın da istediği buydu.
Bu arada ABD ve Batı'nın başka planları vardı ve ellerinde yedek bir güç olmasını istiyorlardı. Türk milletini yumuşak karnından vurmalıydılar. Bu maksatla cemaat ve tarikatlara el attılar. Fethullah Gülen'i ve cemaatini hazırladılar. Hem de bu cemaatin unsurlarını TSK dahil Türkiye’nin bütün hayati kurumlarına sızdırdılar. FETÖ’yü darbe yaptıracak kadar güçlendirdiler. Bir taraftan PKK diğer taraftan FETÖ ile bu ülkeyi boğuşturmalarına karşın yine de milli damarı yok edemediklerini gördüler. Bunu 1 Mart 2003'teki tezkere oylamasında anlamışlar ve paniğe kapılmışlardı. Onun için çok yönlü tehdit ve tehlikelerle Türkiye’yi çökertmeye ve Türk milletine diz çöktürmeye çalıştılar. 15 Temmuz FETÖ darbe girişimiyle de bunu başaramadılar. Sonra IŞİD’i ve diğer terör örgütlerini devreye soktular.
Şimdide doları kullanarak Türkiye ekonomisini çökertmeye çalışıyorlar. Aslında etnik ve mezhepsel ayrılıkları, inanç farklılıklarını, ideolojik farklılıkları kullanarak Türk milletini bölmeyi başaramadılar. Terörist eylemlerle, canlı ve araç bombalarıyla, kamu düzenini bozmakla, Türkiye’de can güvenliği yoktur algısı yaratmakla, ekonomiyi çökermekle Türk milletine diz çöktürmeye ve milleti bölmeye çalışıyorlar. Tabii bunlara hemen yanı başımızdaki ülkelerde oluşan ve Türkiye’nin bekasına yönelik tehditleri de eklemeliyiz.
Bizim iç cepheyi güçlü ve sağlam tutmamıza, iç cepheyi bölecek yaklaşımlardan uzak durmaya ihtiyacımız var. Tek ihtiyacımız birlik olmak, tek yumruk gibi olmak. Bunu hep başardık. Yine de başaracağız. İç cephe güçlü olduğu takdirde Türkiye şu anda karşı karşıya bulunduğu ve karşılaşabileceği her türlü tehdidi bertaraf edecektir. Birlik olmayı başarabilirsek çok güzel bir geleceğin Türk milletini beklediğini göreceğiz.
İsmail Hakkı Pekin - 15.01.2017 - Aydınlık
23 Şubat 2017 Perşembe
19 Şubat 2017 Pazar
18 Şubat 2017 Cumartesi
9 Şubat 2017 Perşembe
TEKEBBÜR EHLİ OFLU MELAİNE;
"BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM"
Meşhur bir tarikat cemaatinin Smyrna(İzmir) vaizi olan H. A. Kansızoğlu nam adlı zat ile, bundan 7-8 sene önce Mekke-i Mükerreme de bir otel lobisinde hayli uzun bir sohbetimiz olmuş idi. Bu sohbetin sebeb-i hikmeti ise, yine o cemaatten bir arkadaşımızın bu kişi hakkında; İsmet(Özel) Ağabeyin İzmir'den tanıdığı olduğu, Ağabeyimiz İzmir'e gelince (bir şekilde)bu kişi ile teşrik-i mesai kurduğu istihbarı üzre, bizde Ağabeyimiz hakkında hususi bir mülakat yapmak niyetiyle buluştu idik. Tabi ki oflinin olduğu bir sohbette muhatabına hiç demeyeyim amma, pek kelam etmek düşmez, düşürebilmez! Bir 3-4 saat kadar, konuştu konuştu; şahsının, meşrebinin ve yolunun faziletlerinden (muhatabını yol, yordam bilmeyen cühela addederek)tahammül sınırlarını da zorlarcasına bahsetti, övdü. 'Guraba'(hem ofli, hem guraba inananın ...!) adlı bir dergi çıkarıyormuş, '(meşhuuur)İzmir gavuruyla' can siperane nasıl mücadele eder imiş ki, sorma gitsin. Sonunda can alıcı noktaya(karata) gelerek; "İsmet'in bokunda boncuk arama!, O senin zannettiğin gibi(bunlar; iblis misali kahinler ya, benim zannımı da biliyor, zaar!) 'dindar' olmadığını sıçmıklayıp, meseleye (natık-ı nifak kafası gereği, aklınca son darbeyi vurup)sadede geldi! Sonuçta, bu ucup ve kibir ehli 'ofli hannasiler', "sen İsmet'in bokunda boncuk arama, benim-bizim bokumuz(bunlar altun, zebercet sıçayler ya!)'da boncuk ara!" demeye getiriveriyor, (sözde)İzmirli 'gavur bükücü!' Bu müzemmim tavır, sözüm ona 'ofli hannasilerin' kaffesi için geçerlidir, baskındır, meal-esef!.
Ortada ki zat ile muhatabiyetim ise, dayısının 'hacıcılık şirketin de(ancak 'teşehhüt miktarı' sayılacak kadar)' yine Mekke de, rehberlik yapmaya heveslendiğimiz yıllara rastlar. Ümm el-Kurra mezunu zat, sık sık umre bahanesiyle Mekke ye gelir, gider imiş. Bir arkadaşı ile yine böyle bir geliş de bizim rehberliğimize rast geldi veya getirildi! Gelir gelmez (şartları çok iyi bilmesine rağmen)verilen odadan şikayet etmeler, yok odadan 'eşşek kadar(kendi misali)' hamam böceği çıktı deyu çirkeflikler(umrecilerin yanında), yok 'sen bu işi bırak' deyu 'hüküm sıçmıklamalar' misali, 'hannasi karaktere mahsus!' sıvamalar ve bu kahbelik ile üzerimize baskı kurup, bizi kendilerine meftun etme mendeburluğu! Bu zatın nasıl bir tezgahtan yetiştiği ve o tezgahın militanlığına soyunduğu ise cümlenin malumu olsa gerektir. Bop saray da ki zaarlık yaptığı, "yalı kazuğu mel'unu" ne zaman kamuoyun da sıkışsa; anında, şıpınişi "sansasyonel bir fetva sıçmıklayıp" gündemi 'süfyani' lehine saptırmak için (kıç yırtarcası)bir gayrete girdikleri de ilgilisine malumdur. Mekke'de ki kirli irtibatları muvacehesin de 'süfyani'yi Ümm el-Kurra da bir ihtifal(kutlama) ile 'takdis ettikleri, ettirdikleri'de vakidir. Aman ne 'sosyal doku' imiş ki, a-sosyal doku; ula bu kimin(malumumuzdur aslında!) bohu?
Şimdi de gelelim, 'kondel denen; afilli, cerbezeli zıpçıktı'ya; bu 'değişik!', "Bursa çocuğuyum, her yerde s.....rim!" pervasızlığıyla, kendi 'kuyruk acısını', ezikliğini İsmet Ağabeye hakaret-iftira sapkınlığına vardırmış, kaleminin kıvralığıyla zihnini bulandırmaya (kudurgan tüm gayretine rağmen)muvaffak olamadığı "TÜRK MİLLİYETÇİLERİNE" ihale etmeye kalkışmıştır. Hemen hatırım da iken dercedeyim ki; "Namı diğer, kerameti rumculuktan menkul, kalemşör-köftehor ofli; (bedbaht bir zangoç gibi) o (meftun olduğun)yunanistanın en ücra bir köyüne sığınsan da, sümela da keşişler gibi şarap mahzenlerine kapansan veya (sığamayacağın)fare deliğine sıvışsan da, (kitabevi kisveli) 'amon-ra' isimli pontusçu tapınaklara saklansan da, "AZİZ-KAHRAMAN TÜRK ORDUSU(sen, 'Roma ordusu' demiştin!)" gibi sana yetişeceğim-YETECEĞİM, o yalancı perçeminden yakalayacağım ve seni "LİAN(LANETLEŞMEYE) icbar edip, (iblis ahvadının layık olduğu yere)cehennemin ta dibine postalayacağım(Bi-İznillahi Teala). O güne kadar, (altun, zebercet boncuklu!)sıçmıklarını sıvayadur hele. Bakalım kimin va'di Hakk imiş göreceğiz, illa ki. O 'pontusdaş' arkadaşın(H.Çelik); "TRABZONLU TÜRK İLE, TRABZONLU rum! ATİNA DA KAVUŞTUK!" deyu ihbar etmiş idi. Ona söylediğimi, senin de o meymenetsiz-edepsiz suratına (adeta bir tokat gibi)çarpıyorum; "EL-HAKK, TRABZONLU TÜRK İLLAKİ-TABİATIYLA OLUR, LAKİN TRABZONLU rum; ASLA, KAT'A OLAMAZ-OLABİLEMEZ, EN BÜYÜK YALANDIR-YAFTADIR-İFTİRADIR.."
Ben acız kul; "AZİZ TÜRK MİLLETİME, YOLDAŞLARIMA" mel'un-münafıkun ceryana karşı halimi sunuyor, bu "BEYNELMİLEL-MİLLİYETSİZ, VATANSIZ, İMANSIZLARI (Bedevilerin NAMUSSUZ-AHLAKSIZLARI alınlarından)DAĞLAYIP-İŞARETLEDİKLERİ gibi, DAMGALIYORUM" ve "İLAH-İ BEYAN" ile ilan-ı İHBAR ediyorum;
"GELİN, GÖNÜLDEN DUA EDELİM DE, ALLAH'IN LANETİNİ YALANCILAR ÜZERİNE SALALIM(BOCA EDELİM)."
"ALLAHUMME SALLİ ALA SEYYİDİNA MUHAMMED"
(13 C. Evvel 1438 Cuma - Medine-i Münevvere)