31 Ocak 2011 Pazartesi

"Erkan-ı Dar'ul Hikme Grup'a Açık Mektup;"

“Dar’ul Hikme Grup” meil cemaatinin teşekkülünden itibaren özlediğimiz “fikir teatisinde” bulunabileceğimiz bir ortama kavuşmanın verdiği sürur ve itminan ile gruba üye olduk. Ve “İslam Davamızın” toplum teşekkülü ve şuurunu ihyaya dönük “siyasi ağırlıklı” yazı ve yorumları mühim bir boşluğu doldurur ümidiyle derc etmeye ehemmiyet verdik. Murad ettik ki; “küfür kuduzlarının” (hassaten “nifak yobazlarının”) belini kıracak, “ifsatlarını tesirsiz kılacak” bir “mustahkem zeminin” güçlenmesinin hız kazanmasına, toplum şuur ve bilincine yerleşmesine “kendi çapımızda” katkı sunabiliriz düşüncesiyle çalışmalarımıza hız verdik (bir nevi durumdan vazife çıkardık da denilebilir). Bunun ifasına girişirken de Üstat Necip Fazıl’ın(Rh.) “İslam Davası ne pay verir, ne de pay alır. Tamı bulamadığı yerde hiç’i görür.” Kaziye-i Muhkem tespitinden hareketle gayretlerimizin tesirinin azami seviyeye çıkmasının kaçınılmazlığına olan inancımız da etkili olmuştur. Bu minval üzre “Davamızın Mütekamilen İhyasına” dönük azim ve kararlılığımız “Rabb’ul Aleminin Fazl’u Keremiyle” , “kınayanların kınamalarına aldırış etmeden” güçlenerek devam edecektir (İnşaallah’ur Rahman) Bunu öncelikle bilmenizi isterim.

Gruptaki tartışmalar “sanal kavgaya dönüştü” bu sebeple “polemik ve salvo” içerikli yazı ve yorumları yayınlamama (sansürleme) kararı almanızı nasıl izah edeceğinizi merak etmekteyim (bu karar öyle iki kelimeyle geçiştirilecek bir netice değildir, tatmin edici izahı gerektir). Yazı ve yorumlara dönük bu tür nitelendirmelerin ölçüsü nedir? Ve bunun “Kıstas-ı Mustakimi” hakkanıyete muadil olarak nasıl belirlenecektir? Ayrıca bu kararın alınmasında; “İslamcılık”(Müslümancılık) kisvesi altında “kavmiyetçiliğin en şedidini” yapan “klancı lobilerin” (“kavmiyet-isim Türklüğüyle” , “Mustakim Sıfat Türklüğü” arasındaki farkın “zina ile zifaf” arasındaki fark kadar belirgin olduğuna dair izahatımızdan aşırı derecede ürkmelerinden, adeta çıldırmalarından anlaşılmaktadır). Birde; “haram ile helal arasındaki bariz çizgiyi bulanıklaştırarak, kafirle dostluk ve işbirliğinden imtina etmeyen” politik organizasyonların ve cemadatların da etkisi olmuşmudur? Soruları akla takılmaktadır.
Dememiz o ki; Dar’ul Hikme yazarlarından Burak Ertürk’ün “Temas edilesi konular -2-“ yazısından alıntılayarak (yorumsuz olarak) gönderdiğimiz belgeyi yayınlamayıp, sansürleyerek bize karşı bir tavır aldığınız kanaatindeyim. Bu kararın “Dar’ul Hikme’nin” yukarıda belirttiğimiz tesirlere “kapalı ve dirençli” asil duruşuna olan inancımıza “zarar vereceğini” takdir edeceğinizi umuyorum. Biz “Ehli Mekkeliler” olarak Rasulullah’ın (Aleyh’is Salatu Vesselam) ikinci Halifesi “Mü’minlerin Emiri” Hz. Ömer (Allah O’ndan Razı Olsun) meşrep biliniriz. O Hz. Ömer ki; “Mü’minlerin izzet ve şerefinin üstünlüğü” hususunda ki “hassasiyetiyle” bilinip, takdir edilir. Ve Kudüs’ün “feth seferi” esnasında; “Ya Emir’el Mü’minin Sana güzel elbiseler giydirelim, gösterişli bir küheylana biniver, buranın ekabiri böyle şeylerden hoşlanır” teklifiyle gelen “Cebele şehri eşrafına” dünya durdukça “İslam Davası Müntesiplerinin” düstur edinecekleri; “BİZ; ALLAH’IN İSLAM’LA ŞEREFLENDİRDİĞİ BİR CEMAATIZ! ALLAH’IN BAHŞETTİĞİ İZZETİN YERİNE BAŞKA BİR ŞEREF İSTEMEYİZ!” sözünü söyleyerek, bahşedilen “İzzet ve Şerefin” hangisine itibar edileceği hususuna “Kaziye-i Muhkeme Olacak” son noktayı koymuştur. Mekke’nin Fethinden önce bir “maslahata binaen” Mekkeli müşriklere (gizli bir mektupla) fethi haber verip, “dostluk ızharında bulunduğu” hal üzre yakalanıp Rasulullah (s.a.v) Efendimizin huzurunda muhakeme edilen, Hatim İbn Ebu Beltaa için (“Ehli Bedr” olduğunu bildiği halde) “vurayım şu münafığın boynunu Ya Rasulallah!” diyebilmiştir. Bu minval üzre; “Allah’a, Rasulü’ne ve Mü’minlere” azılı hasım kesilen “küfr kuduzu İslam düşmanlarına” dostluk ızharından imtina etmekten kaçınan “nifak yobazlarına” kontra mukabelemizde ki “kahr ve gazabımızın” (Rabb’ul Aleminin Fazl’u Keremiyle) şiddetlenerek devam edeceğine dair “azim ve kararlılığımızı” bir kez daha teyid etmek isterim. Bu meseleyi şimdilik; Karacaoğlan’ın (Rh.) gazelinden bir bölüm ile bağlayalım.
“Benim sözüm yiğit olan “Yiğide;”
Yiğit olan “muntazırdır” öğüde
Ben Yiğit isterem “fırka” dağıta
Yiğidin başında duman olmalı.
……………………………………..
İçinden “Sıdk” ile yanan olmalı.
……………………………………..
Kavgadan “el çekmeyip” viran olmalı.
……………………………………..
YİĞİDİN ARDINDA DURAN OLMALI!..”
Acizane ifaya gayret ettiğimiz ikazlarımızdaki “Salih niyeti” takdir edeceğinizi umar; Selam, saygı ve muhabbetlerimi sunarım.
Allah’a (Azze ve Celle) emanet olun. Kalın sağlıcakla…
Ehli Mekke'den; (31.01.2011 – Pazartesi)