29 Mart 2011 Salı

"Avanaklığın Sonu Müslümanlık Değil, "TÜRKLÜK" Hiç Değil!"

Artık olan oldu mu, artık çok mu geç? Teselliyi bu saatten sonra şimdikinden daha zeki (aklına özenilecek) ve bunun sonucu olarak şimdikinden daha "iyi" konuma gelmemizin mümkün olmayacağı fikrinde bulduysanız sizin buluşunuzdan ben "tahripkar planlarınızdan" henüz vazgeçmediğinizi anlarım. Bilin ki, delirmediğiniz sürece, ömrünüzün hiçbir evresinde daha zeki ve daha iyi olma gücü elinizden alınmayacaktır (bi-izni Te'ala). Çünkü şimdikinden daha zeki olmanız demek zekanızı baktığınız şeyi bir üst basamaktan görecek derecede gelişkin kılmanız demektir. Daha iyi görmek ahlaki konum değiştirebilmenin, iyi konumu seçmenin, iyileşmenin ön şartıdır. Şöyle diyenleriniz bir kaçamağa başvuranlarınızdır: "Allah bana bu kadar akıl vermiş, onun verdiği akılla bu kadar iyilik sağlanabiliyor." Bu kaçamak hiçbir kötülüğünüze mazeret gösterilemez. Ne zaman akıllı olmayı Allah'tan dilediniz de duanız geri çevrildi. Ne diliyorsanız Allah'tan dileyen birimisiniz siz? O kadar iyi misiniz?
Cevabınız: "Evet, ben o kadar iyi bir insanım, Müslüman'ım!" olmalıdır. Müslümanlık kelime-i şehadetle başlıyor. Müslüman oldunuz mu "şahid" oldunuz demektir. Tanıklık etmek keskin duyu ister, tanıklık etmek akıl ister. Hem Müslüman hem avanak olmazsınız. Bu ikisinden biri diğerini yerinden eder. Biri sizin bünyenizde ne kadar çoğalmışsa diğerini bünyeniz o kadar azaltır. Bir Müslüman olarak "şahid" vasfınızın taalluk ettiği hakikat yalnızca varlık, evren, zihin, değer gibi kavramlar dolayısıyla vasıl olduğunuz hakikat değildir. Bir Müslüman yukarıda adı geçen kavramlarla birlikte "insanlık halinden, bir tarih bağlamından doğan hakikatin şahididir." Cahiliye devrinde müşrik Arapların Allah anlayışı bir "yalnızca tabiat olaylarını düzenleyen, tarihe müdahale etmeyen Tanrı" kavramına indirgenmişti.
Peygamberimiz Muhammed'e (s.a.v.) indirilen Kur'an-ı Kerim insanlığa insanlığın Adem -aleyhisselamdan- itibaren yol gösterici mahiyetinden hiçbir değer eksilmemiş olan "tevhid inancıyla" himaye olunabileceğini hatırlattı. İslam'ın canlandırdığı vahdet sadece "monoteizm (Tektanrılılık)" den ibaret değildi; tabiatla-tarihin de vahdetiydi. Allah bizim hem cismimizi ve hem de ismimizi yaratmıştı. Yaratıcılık Allah'ın tekelindeydi ve Allah nesnelerin, eşyanın olduğu nispette öznelerin, isteklerin, fikirlerin, eylemlerin, işlerin yaratıcısıydı. Demek ki İslam'a girmenin, Allah'ın kulu olduğunu kabullenmenin hakkını yalnızca günlük ibadetleri yerine getirmekle veremeyiz. Tevhid inancı insan hayatının birbirinden kopuk bölümlere ayrılması halinde insan hayatı olmaktan çıkacağını vurguluyor. Müslüman olmak ve Müslüman kalmak istiyorsak insan düşüncesinde tabiatı ve tarihi birbiriyle uyumsuz yöntemlere mahkum eden yaklaşımı takbih etmek (çirkin görmek, kınamak) durumunda bulunuyoruz. "Müslümanlar olarak her birimiz ne kadar zeki, ne kadar iyi olduğumuzu hem tabiattaki ve hem de tarihteki yerimizi kavradığımız oranda gösterebileceğiz."
Günümüzde Müslümanların zekaca ne kadar parlak oldukları görülemiyor, Müslümanların kalbindeki iyilik cevheri yerini insanların yaygınlık ortamı içinde bulamıyorsa bunun tarihin kavranılışında uğranılan sakatlıkla ilgisi var. 20.yüzyılın başlarına gelindiğinde avrupa halkları nezdinde "dinin miadını doldurduğu görüşü" olağan bir görüştü. Rahiplerin ve hahamların öncülüğüne gerek duyulmayan ve müracaat makamlarını bilim adamlarının doldurduğu, refah kaynaklarını bankerlerin temin ettiği yeni bir dünya kurulmuştu. Din miadını doldurduysa, İslam'da dinlerden bir din idiyse onun da vakti geçmiş olmalıydı. Dünyadaki "bilim adamlı, bankerli" yeni düzen yerkürenin her yerinde söz geçirir duruma kavuşunca hala "dediğim dedik, çaldığım düdük" havasındaki Müslümanlara seslenme gereği duyuldu. "Müslümanlara dışardan ve içerden seslenenler oldu!"
Müslümanlara dışardan; gayri-müslim bilim adamları, gayri-müslim bankerler ve gayri-müslim iş adamları seslendi: "Ey Müslümanlar teslim olun ve hükümranlığımız altına girin! Hıristiyanların ve yahudilerin hesabını görmüş olmamız sizi de hesap dışı kıldığımız, saf dışı ettiğimizin bir işaretidir." Müslümanlara içeriden; "kibirli İslam alimleri, İslam dünyasının tefeci-bezirgan sermaye sahipleri, bütün sülalesi beyt-ül mal'den yararlandırılarak adam kılığına sokulmuş despotlar" seslendi: "Ey Müslümanlar, modası geçmiş uygulamaları bırakalım ve bize bu uygulamaları icbar edenlerin görünüşüne girelim. Giremezsek battı balık yan gider!"
MÜSLÜMANLARA HİTAP EDENLER SÖYLEDİKLERİNİ HEM YER, HEM DE ZAMAN İTİBARİYLE DÜŞTÜKLERİ İKİ ANA YANILGI SEBEBİYLE SÖYLÜYORLARDI. BİRİNCİSİ; AVRUPA'DA MODERNLEŞME SÜRECİ BOYUNCA DİNE VAZİYET EDENLERİN ADIM ADIM GERİLETİLMİŞ OLMASI ASLA İSLAM'A İNDİRİLMİŞ BİR DARBE OLARAK ALGILANAMAZDI. İKİNCİSİ; "İSLAM KARŞITI BİR GÜÇLE BAŞA ÇIKMAK İÇİN İSLAM KARŞITI BİR KONUMU BENİMSEME SAÇMALIĞI MÜSLÜMANLARA BİR ÇARE İMİŞ GİBİ" GÖSTERİLİYORDU. İKİ ANA YANILGI İKİ ANA SAPMAYA MEYDAN VERDİ: 1) MÜSLÜMANLAR TANRI TANIMAZLIK KARŞISINDA YAHUDİ, HIRİSTİYAN VE BUDİST MÜTTEFİKLERİ OLABİLECEĞİ DOLMASI GÖSTERİLİR GÖSTERİLMEZ HEMEN AĞIZLARINI AÇTILAR. 2) "DİN VE MİLLİYET" ARASINDAKİ YAHUDİ, HIRİSTİYAN VE BUDİST DÜNYAYA MAHSUS AYRIMIN İSLAM DÜNYASI İÇİN DE GEÇERLİ OLDUĞUNU KABUL ETTİLER. YUKARIDAKİ İKİ SAPMAYI GÖSTEREN MÜSLÜMANLAR HER İKİSİNİN DE AYNI TUZAK OLDUĞUNU ANLAYAMADILAR. BU DEMEKTİ Kİ; "MÜSLÜMANLAR NE BİRBİRLERİNİ MUHATAP ALABİLDİLER, NE DE DIŞLARINDA BİR MUHATAP BULABİLDİLER." DÜNYA SİSTEMİNİ AYAKTA TUTAN GÜÇLERİN "YÜRÜRLÜĞE KOYDUĞU HER PLAN" İSLAM DÜNYASINDA BİR-ÇOK "HİZMETKAR" BULDU. "AVANAKLIĞIN SONU MÜSLÜMANLIK DEĞİL, "TÜRKLÜK" HİÇ DEĞİL."


(Üstat: İsmet ÖZEL'in "Müslümanlara Kim Hitap Ediyor, Müslümanların Muhatabı Kim?" yazısından;)

"Bir Kimse'nin Himmeti (Gayreti) Milleti İse; "O" Tek Başına Millettir" -2-

"Ey Peygamber (s.a.v.), Allah'tan büyük bir lutfa erdirileceklerini Mü'minlere müjdele." (Ahzap:47) "İslam budur" iddiasıyla ortaya çıkanların hiçbiri bunu söylemiyor. "Ey Müslümanlar, Allah sizi bir lutfa erdirecektir, siz onun için Müslümansınız." demiyor İslam'ı anlatmaya heves eden insanlar. Ama "İstiklal Marşı" diyor. "Doğacaktır sana vadettiği günler Hakk'ın"...

"Kafirlere ve münafıklara boyun eğme." (Ahzap:48) İslam'ı bugün bize anlatanların hiçbiri bunu söylemiyor, hiçbiri. "Kafirlere ve münafıklara, onların ehliyetlerine aldırma" demiyor. Tam tersine, "Ekonomik durum bozulursa işler yattı." diyorlar. "EĞER YÜZ ÇEVİRİRLERSE, SEN DE Kİ: ALLAH BANA YETER! O'NDAN BAŞKA HİÇBİR İLAH YOKTUR! BEN ANCAK O'NA TEVEKKÜL ETTİM, DAYANDIM. O ÇOK BÜYÜK OLAN ARŞ'IN DA RABBİDİR!" (Tevbe:129)

"Yukarı'daki Ayet-i Kerimeler de Rasulullah'ın (s.a.v.) risaletinin mahiyeti hakkında izahat vardır. Yani şahid olunacak bir şey gerekiyor, verilen bir müjde var ve bir tenzir edilme durumu var. Çok kestirme bir ifade kullanılacak olursa, bunu Sünnet-i Seniyyeden öğrenmek çok kolaydır. İslam düzeni olmadan İslam olmaz. Bizi sadece Yahudilikten ve Hıristiyanlıktan değil, Budistlikten, Brahmanlıktan, Şamanlıktan, Taoculuktan, her şeyden ayıran budur. Bizim Müslüman olarak itikadımız her şeyi ihata eder, bir şeyleri dışarıda bırakmaz. Müslüman olmak, bütün bir hayat sahibi olmak demektir. Onun içim birilerinin emri altında Müslüman diye bir şey olamaz. Müslüman olsa olsa ancak emir veren olabilir. Emre itaat edenlerin, Emir'ül - Mü'minini diyoruz değil mi? Emir, Mü'minlerin Emiri; emir'ül müslimin demiyoruz. Bu işin aslını bünyesinde barındıranların emiri o. Mü'minlerle yapacak yapacağı işi, müslimlerle değil. Yani bir İslam hayat tarzı ve hukuku olmaksızın İslami bir hayat devam ettirmenin imkanı yoktur. Bu aslında bizim için doğrudan doğruya böyledir. Yani biz Türkiye'de yaşayan insanlar olarak "münafıklar ve kafirler" tarafından ifsad edilmiş insanlarız.

"Haddi zatında Osmanlı vatansız, milletsiz bir devletti. Milleti de vatanı da yoktu. Osmanlı yıkılınca milletin kim olduğu, vatanın neresi olduğu Osmanlı tarafından değil de "Millet" tarafından tekrar tayin edildi. Ama son zamanında "Osmanlının Türksüz İslam'ı" kendisini kendi eliyle yaktı. Bu daha sonra Türkiye'de Cumhuriyet'ten sonra Türk olmayanlara örnek oldu. Bugün Türkiye'de Müslüman olduğunu söyleyip Türk olmadığını, kesinlikle Türk olmadığını söyleyen bir sürü grup, cemaat, etnik yapı ortaya çıktı. Bu Osmanlıdan kalan bir şey, zihniyet. Osmanlı da Türksüz İsam'ı savunuyordu. Ama İstiklal Harbi'nde bu toprakları "Türk'lü İslam'ın" savunduğu ortaya cıkınca Türksüz İslam'ı savunanlar hayal kırıklığına uğradı. Demek ki Türsüz İslam kimin işine yarıyorsa kafirlerin ve münafıkların istediği islam ona (kafire ve münafığa) hizmet ediyor. Mesela; Pakistan'da ve Hindistan'daki İslamiyet İngilizlere ve Avrupa'dan gelen sömürgecilere herhangi bir güç, mukavemet gösteremedi. Çünkü orada İslam'ın gazayla savunulacağı fikri henüz kavranmamıştı. Orada insanlar hala eski gelenekleriyle İslam'ın sentezini yapmaya çalışıyorlardı. Orda kafirlerin ilerlemesi çok zor olmadı. Ama bu topraklarda öyle olmadı, çünkü bu topraklarda İslamiyet sadece gazayla savunulan bir şey olarak kavrandı. Kültürel, itikadi vs. bir zenginlik olarak kavranılmadı. Bugün tam tersi olduğu savunulmaktadır. Türkiye'de bunun bayiliğini yapan bir sürü insan türedi. Kafirlerle çatışmayacaksın veya aklının ucundan bile geçirmeyecek; maksimum seviyede anlaşma, uzlaşma yoluna gideceksin. Bunun kimin lehine kimin aleyhine olduğu iyice ortaya çıktı. Türkiye'de kafirleri çağıran, Türk olmayan Müslümanlar türedi."

(İ.M.D'nin "Türksüz İslam Kimin Neyi?" Konferans notlarından istifaden hazırlanmıştır;)

21 Mart 2011 Pazartesi

"Bir Kimse'nin Himmeti (Gayreti) Milleti İse; "O" Tek Başına Millettir" -1-

"Osmanlı döneminde yeniçeri askerleri gece yarısı adamın birini yatırmış, dövüyorlarmış. Adam da feryad-ı figan ederek avazı çıktığı kadar başırıyormuş:"-Beni kurtaracak ümmet-i Muhammed yok mu?" diye. Birisi pencereden perdeyi hafiften aralıyarak:"-Var ama gelemez" demiş. "Türksüz İslam" denilince akla gelen hadisattan biri de bu darb-ı mesel oldu. Bundan önceki toplantıların birin de bir arkadaş; "Türk delikanlı Müslüman'dır!" demişti. Yani "O" durumdan vazife çıkarır, insiyatif kullanır. En azından hiç bir şey yapamıyorsa gider o mazlumun yiyeceği dayaktan pay alır. 1918'de bu topraklar işgal edildiği zaman burada ki "Millet" insiyatif kullanmıştır. Devlet teslim olmasına rağmen Millet teslim olmamıştır, durumdan vazife çıkarmıştır. Gaziantep-fransız çete harbinde savaşan çete reislerinden bir Mücahid: Bakıyor ki gün boyu çatışma olmuyor. Akşama kadar silah sesi duyulmuyor. Akşam olunca şimdi bu "küffar" burada rahat mı uyuyacak? deyip. Eline bir bomba alıp sürünerek o tarafa yaklaşıyor düşman safında patlatıyor. Oradan silahlar patlıyor, sonra sürünerek kendi safına geliyor, artık onlar uyuyamayacak deyip kendi yatıp uyuyor."

"Türkler tarih sahnesinde iken gavur rahat uyuyamazdı ama şimdi rahat uyuyor, hatta ninni bile söyleyenler var rahat uyusun diye."

"Burada mevzu bahis edilen "Türklüğün" (Török-töresi olanın): Müslümanlık dahilin de "Numune-i İmtisal" olup, "gavura maskaralığı" reddeden kişiliği temsil ettiği anlaşılmalıdır. Yani kasd "Alamet-i Farıkası" olan kişiliğedir. Türk'ün en belirgin alamet-i farıkasın'dan biri: "kafirin sözünü tutmamak, hükmünü ve tavsiyesini reddetmek" Diğeri ise; "kafire söz dinletmek ve hükmünü geçirmektir."

"Türklükten ve Türkiye'den bahsetmenin dünyayı baskısı altında tutan "küfür hükümranlığın'dan" kurtulma imkanını dile getirmek olduğunu bilip, takdir edebilmek "çok büyük ehemmiyete haiz" bir mes'eledir. "Türk Milleti" kendisinin aşağı durumda hissettirilmesine asla müsaade etmeyecek, müsamaha göstermeyecektir."

"Türkiye'nin komşularıyla sıfır sorunlu olması programıyla iktidarlarını yürütenlerin; iktidarlarını Türkiye'nin yok olması pahasına elde tuttukları gerçeğine maruz kaldığımız bilinmelidir. Haddi zatında 8. senedir Türkiye de bir "amerikanizm diktatörlüğünün" ceremesi çekiliyor, bunun devamını istememiz için bir "zorlama-mecburiyet" yürürlüğe konulmak isteniyor. Helal ile haram arasındaki belirgin çizgiyi bulanıklaştıran, nazar-ı itibara almayan bu "nifak yobazı güruhun" oyunu-tertibi il'a nihaye bozulacaktır. Bundan kimsenin şüphesi olmasın."

"Bu minval üzre; avrupa birliğine girmenin (orada ki demokrasi ve insan hakları standardına ulaşmayı hayal etmenin) Türkiye'nin bir hedefi olduğunu söylemek, -eğer zeka geriliği değilse- sefil bir kafir ajanlığıdır. Bu "sefihler" ya -papalığın ve dünya kiliseler birliğinin- niyetlerini esasen benimsemiş birileridir, veyahut dünyadan ve hayattan hiçbir şey anlamayan ahmaklar sürüsüdür."

"Türklüğün "fitnenin intibahına" karşı giriştiği "kontra-mukabele" ve "tahkimata" gösterilen "ahmakça-şuursuzca" tepkilerin sebebini; "amerikanizm vizeli islamcılığın" ürettiği "saltanat heveslilerinin" icraatlarından memnun ve mesrur olunmasın da aramalıdır. Bu bedbahtların tercihleri; "-tasmalı da olsa- kafirin sultası altında" ama "karınları tok olarak" yaşamaktır. "TÜRK" böylesi bir haysiyetsizliğe, hor, hakir ve zelil kılınmaya asla razı olmamıştır-olmayacaktır."

"Erbab-ı Kemali çekemez nakıs olanlar.
Rencide olur dide-i huffaş (yarasa tabiatlılar) Ziya'dan!"

(Bu yazı; İ.M.D'nin konferans ve dokümanların'dan istifaden hazırlanmıştır.)

14 Mart 2011 Pazartesi

"Müsbet Milliyetçilik!"

"Müsbet milliyet; hayat-ı içtimaiyenin ihtiyacı dahilisinden ileri geliyor; teavüne, tesanüde sebeptir; menfaatli bir kuvvet temin eder; uhuvvet-i İslamiyeyi daha ziyade teyid edecek bir vasıta olur.
Şu müspet fikr-i milliyet; İslamiyete hadim olmalı, kal'a olmalı, zırh olmalı... yerine geçmemeli. Çünkü İslamiyet'in verdiği uhuvvet içinde, bin uhuvvet var; alem-i Bekada ve alem-i Berzahta o uhuvvet baki kalıyor. Onun için uhuvvet-i milliye ne kadar da kavi olsa, onun bir perdesi hükmüne geçebilir. Yoksa onun yerine ikame etmek; aynı kal'anın taşlarını, kal'anın içindeki elmas hazinesinin yerine koyup, o elmasları dışarı atmak nev'inden ahmakane bir cinayettir.

İşte ey ehl-i Kur'an olan şu vatanın evlatları! Altıyüz sene değil, belki Abbasiler zamanından beri bin senedir "Kur'an-ı Hakim'in bayraktarı" olarak, bütün cihana karşı meydan okuyup, Kur'an'ı ilan etmişsiniz. Milliyetinizi, Kur'an'a ve İslamiyet'e kal'a yaptınız. Bütün dünyayı susturdunuz, müthiş tehacümatı defettiniz, ta "Allah, sevdiği ve onların da O'nu sevdiği, Mü'minlere karşı alçak gönüllü, kafirlere karşı izzet-i nefs sahibi, Allah yolunda cihad eden bir milleti getirir." (Maide:5/54) ayetine güzel bir masadak oldunuz. Şimdi Avrupa'nın ve "frenk-meşrep münafıkların" desiselerine uyup, şu ayetin evvelindeki hitaba "Kim dininden dönerse!" hitabına masadak olmaktan çekinmelisiniz... ve korkmalısınız!..

Cay-ı dikkat bir hal: Türk milleti anasır-ı İslamiyye içinde en kesretli olduğu halde, dünyanın her tarafında olan Türkler ise ancak Müslümandır. Sair unsurlar gibi müslim ve gayr-ı müslim olarak iki kısma inkisam etmemiştir. Nerede Türk taifesi varsa, Müslümandır. Müslümanlıktan çıkan veya Müslüman olmayan Türkler, Türklükten dahi çıkmışlardır (Macarlar gibi). Halbuki küçük unsurlarda dahi, hem müslim ve hem de gayr-ı müslim var.

"EY TÜRK KARDEŞ! BİLHASSA SEN DİKKAT ET! SENİN MİLLİYETİN İSLAMİYET'LE İMTİZAÇ ETMİŞ, ONDAN KABİL-İ TEFRİK DEĞİL. TEFRİK ETSEN, MAHFSIN! BÜTÜN SENİN MAZİDEKİ MEFAHİRİN, İSLAMİYET DEFTERİNE GEÇMİŞ. BU MEFAHİR; ZEMİN YÜZÜNDE HİÇ BİR KUVVETLE SİLİNMEDİĞİ HALDE, SEN ŞEYTANLARIN VESVESELERİYLE, DESİSELERİYLE O MEFAHİRİ KALBİNDEN SİLME!.."

(Bediuzzaman Said Nursi (Rahimehullah)-"Mektubat" s. 297-303 )