7 Ocak 2012 Cumartesi

"Biz(Türkler) O Emrin, O Kavlin Ardı Sıra Saf Tuttuk"

Acizane (haddimiz olmayarak) izahına katkıda bulunmaya gayret sarfettiğimiz "Türklük" (Ehli Fetanet) mevzuunu anlayıp-anlamlandıramamakta (bu kadar muhavereden sonra) hala ısrar eden, niyetlerinin ne olduğunu çözemediğim bir kesim tarafından irdelenmesini, eleştirilmesini, "eba (geri durma, kaçınma), inkar, tuğyan (hiddetlenme), münazaa (düşmanlık, husumet)" tavrı ile karşılık verilmesini, hayret ve dehşetle müşahade etmekteyim.

İki ayrı "Türklük" arasındaki fark'ın "zifaf ile - zina" arasındaki fark kadar derin ve bariz olduğunu defaatle izaha yeltenmemize rağmen mevzumuzun inatla -kafirlerin dayattığı- "ırk türkçülüğüne" sardırılmasına bir kez daha cevap vermeye niyetli değilim. Lakin adeta tırnaklarımızla kazıyarak belli bir merhaleye getirdiğimize inandığım mücadelemizin böyle mesnetsiz argümanlarla (ahmakça) heder edilmesine de gönlümüz razı olmaz. Hidayet'in, İman'ı kemale erdirme gayretkeşliğinin bir tercih ve nasip meselesi olduğunun farkında olanlardanız (Elhamdülillah). İnsanın; "Görenedir, görene! kör'e nedir, kör'e ne! - Yumma gözün kör gibi!" diyesi geliyor!..

"Türk olmak, Türk'ün tarafına geçmek;" Üst başlığıyla gruba gönderdiğimiz tespitlerin bir nevi devamı mahiyetindeki bazı mülahazatı da dikkatinize sunmak isterim. Şöyle ki; Uhud günü "iki gözlü tepenin" (Cebel-i Ayneyn) dünya ganimetlerine bakan tarafına itibar ederek -Rasulullah (Aleyhis Selam) Efendimizin kesin emrine rağmen- terk edenler, bir de -ne pahasına olursa olsun- emre riayet ederek terketmeyenlerin varlığı sarih bir gerçektir. Şimdi bu iki grup Müslüman'ı "İman, İtaat, ve İtimat" nokta'yı nazarından aynı kefeye koymamız mümkünmüdür? Ayrıca İslam Ordusunun Tebuk Seferine çıkmasını fırsat bilerek (bin türlü yalan bahane ileri sürüp sefere çıkmadıkları halde) -Müslümanları fitne, fesat ve tefrikaya maruz bırakmak niyetiyle- imansız münafıklarca bina edilen "dırar mabedini" -Mü'minlere kurulan tuzağı farkedip (durumdan vazife çıkararak)- bu imansızlar'ın yıkıp kafasına geçiren bir "Ehli Fetanet Toplum'un" Asr-ı Saadette neşet ettiğini takdir etmek gerektir. Bu mustakim tasarrufa-yönelişe bigane kalanların varlığı da -yadsınamaz bir gerçek olarak- hafızalarımızda yer etmiştir. Israrımız'ın; "Ehli Fetanet Toplumu" kafirlerin tasallutuna karşı tahkim etmeye ve Müslümanların maslahatına münhasır ihya edebilmeye matuf olduğunu bir kez daha ifade etmek isterim.

Bu vesileyle "Mavi Marmara" gemi baskınına da -bir fikir vermesi ümidiyle- temas etmek gerektir kanaatindeyim. (Muhlis hoca yanlış hatırlamıyorsam -baskın sırasında- sende gemideydin!)

Bir tarafta;"Şüheda kanlarıyla sulanmış 'Vatan toprağını' parayla satacak kadar şerefsiz değilim" deyu gürleyen "Sultan Abdülhamit Han" -cennet mekan-. Diger tarafta da; "Mavi Marmara da 'Şehid edilen vatan evlatlarına' karşılık 'özür ve tazminat (para) dilenen' -vasıflarını sıraladığımız 'Numune-i İmtisal Milleti' üç buçuk lanetli yahudi nezdinde- rezil eden, hor-hakir ve zelil kılan "müşkil-i hunsa" misali devlet erkanı! "Allah'ın emri, Peygamber'in kavline" değil de, "amerika'nın emri, israil'in kavli'ne" uymaktan imtina etmeyen "kari-i meşhur - baş vezir(rezil)" manzaraları, Heyhat ki heyhat!..

Son söz niyetiyle; "Hepsi bir yanda, ötemizde, karşı kıyıda, karşımızdaki cenahta; Allah'ın emri, Peygamber'in kavli beride, bizim yanımızda. Biz (Türkler) o emrin, o kavlin ardı sıra saf tuttuk." (Elhamdülillah)