12 Ekim 2008 Pazar

"REFORMACI İNANDIĞINDAN ŞÜPHE EDENDİR."

Reformacı, eski şeklin ismini ve güya esasını muhafaza edip, onu zannınca bazı ihtiyaçlara göre yenileştirmek isteyendir. Reformacı , yani ıslahçı, her hangi bir dava ve mevzuu, ister maziye ister istikbale doğru olsun, yekpare bir bütün olarak kabul edemeyen “biçare idrak” bünyesidir. Ne attığını tam atabilir, ne de aldığını tam alabilir. Reformacı, dış şartları davanın öz bünyesine tabi kılacak halis ve mutlak fikirci olmak yerine, davanın öz bünyesini dış şartlara göre ezip büzmekte, ayarlamakta hesaplamakta mahzur görmeyen bir arabulucu, bir barıştırıcı, bir maslahatçıdır. Reformacı inandığından şüphe edendir. Tanzimat hareketi, dinin merkezinde olmasa bile, muhitinde, çok aciz, şaşkın ve kısır bir reformacılık hareketidir. Meşrutiyet hareketi, bu reformacılığın, daha az şaşkın, fakat daha çok idraksiz, üstelik büsbütün tereddi(soysuzluk) ifade eden garp züppelerinin elinde, devamıdır. Son devir ise, reformacılığı bozdu ve garbı(batıyı) ta kökünden benimsemeye kalkarak, davayı menfi tarafından tezatsızlığa götürmek istedi. Herhangi bir davanın istediği, muhakkak ki tezatsızlıktır, fakat hangi istikametten? Küfürden mi, İmandan mı? Nihayet, sun’i ışıkları ne kadar zengin olursa olsun, güneşi kaybetmiş bir beldenin korkunç hali gibi, tepemizde kanat açan ve mıhlanıp kalan manevi kara bulut, yekun halindeki eksikliğin “Din ve İman” olduğunu ihtar edince, ortalıkta yeni bir sınıfın üremesine istidat açıldı: “Bunlar, güya din taslayan veya taslaması ihtimali olan yeni reformacılardı…” Bir çok bölüme ayrılan bu tiplere göre “din” lazımdır. Elbette Allah’a inanılır. Peygambere ise bazılarınca lüzumludur, bazılarınca değildir. Kur’an bazılarınca Allah’ın kitabıdır, bazılarınca değildir. Kadın hayattaki yeni mevkiinden geriye sürülemez. Kur’an her dilde Kur’andır. Kur’anda malum ibadetlerin bir çoğuna sarahat(açıklık) yoktur. Bunların hepsi ham yobazlar tarafından icat edilmiştir. Hadisler hep uydurmadır, aklın kabul etmediği hiçbir şey doğru olamaz; Akıl ve fen her sırrı teftiş ve murakabede(kontrolde) biricik mizandır. Bütün dini merasimi bediiyatçılar(estetikçiler) elinde güzelleştirmek icap eder. Zaten tasavvuf dinin bu eksikliğini tamamlamak için sonradan bulunmuştur. Şeriat hükümlerinin cemiyet kanunları yerine geçmesi manasızdır. Vesaire vesaire… Bu hünsa(çift cinsiyetli) ruhlara göre din işte bütün bunlar olmamak şartıyla, harikuladedir, güzeldir, şarttır, mutlaka lazımdır, onsuz hiçbir şey olmaz. Allah bir ve ebedidir, ruh vardır, Peygamber mutlaka cihanın en büyük adamıdır fakat!!! İşte bu “fakat” işin en belalı dönemeci… Henüz seslerini işittirebilecek hale gelmemiş olsalar da yarın birden bire zuhurları pek muhtemel olan devrin reformacıları, bugün tam dinsizlerle tam dindarlar arasında bir köprü vaziyetindedirler; ve aralarında, mebuslar, profesörler, doktorlar, muharrirler, mühendisler, avukatlar ve daha neler neler vardır! Bunlar, umumiyetle “münevver” klişesinin belirttiği zümrelere mensupturlar ve şaşkın Tanzimat efendisinin sadece muhite bağlı tereddütlü reformacılığına karşılık, dine zıt hareketlerin muhitini olduğu gibi benimseyen bir merkezi reformacılık üzerindedirler. Yani akıllarınca İslamiyeti merkezinden değiştirecekler, muhite tatbik edebilecekler, böylece büyük eksiği tamamlayacaklardır. Reformacı der ki: “Allah’a ve Peygambere evet, Şeraite hayır!” Yani güneşe evet, ışığına hayır O kadar saçma!... Aralarında, hiçbir şeye hiçbir cüz’iyle inanmayan sahtekar istismarcıların da bulunduğu yerli reformacılar zümresi, kime ve neye ne nispette samimiyetle inanırsa inansın, gerçek Müslüman gözünde, zift renkli inkardan daha kara, daha tehlikeli ve mukavemeti daha zor bir “KÜFÜR ŞUBESİNİ” temsil eder. Düpedüz kafir olduğu gibi devrilmiş bir yelkenlidir; Hidayet vincine bağlanırsa olduğu gibi doğrulur, yüzer, mükemmel bir tekne halini hemen kazanır. Fakat reformacı, güya denizde yüzeni ama her noktasından su sızan, kırık-dökük, perçin ve macun kabul etmez bir teknedir. İkincisini kurtarmak, birincisinden çok daha zor… Üstelik reformacı, mücerret(saf) fikir ve dava haysiyeti bakımından da, hem Mü’min hem kafirin nefretini kazanmış, mitolocya unsurları gibi, başı insan, vücudu keçi, bir hilkat galatı… Yarın kendilerine bir zuhur planı açılmasını muhtemel gördüğümüz reformacılar, üç katlı evlerinin üst katında tam bir İslami edeple ellerini Allah’a açan ihtiyar annelerinin hakkıyla, alt katta erkek arkadaşlarına kokteyl veren ve onlarla mayo içinde dans eden kızlarının hakkını; “Allah’ın hakkını Allah’a, Sezar’ın hakkını Sezar’a veriniz!” tarzında bir demagocya tesellisi içinde, aynı zaman ve mekanda barındırmak isteyen muhteşem ve ebediyen mahrum nasipsizlerdir. Biricik farikaları, münevverlik ve okumuşluk yaftası altında salah(kurtuluş) kabul etmez bir enayilik ve cehalettir. Fakat sayıları günden güne çoğalan bu tip insanların, pestenkerani (saçmasapan) bir açıkgözlülükle bir gün İslamiyet himayeciliğine geçmeleri ve kendileri gibi “fasl-ı müşterek”(birleşme noktası) noktasında oturanları, avlamaya yeltenmeleri daima mümkündür. Bunlar, topyekün en çok, “softa” diye isimlendirdikleri, Şeriatın kışrında ve kabuğunda kalmış tiplere düşmandırlar. Bilinmezler ki, kendileri de o örnekler de biri menfi ; öbürü müspet tarafından Şeriatı heva ve nefsaniyetlerine, aynı zamanda dar ve basık ruhlarına tatbik suretiyle hakikatten uzak kalmış iki örnektir. Reformacılar arasında mühim bir zümrenin, iman adına hiçbir zerreye malik olmaksızın, insan kitlelerini sevk ve idarede dini sadece vasıta ve “maslahat” unsuru kabul etmiş esfeller(alçaklar) olmasına karşılık; hevai ve nefsani tefsirleri, hiç farkında olamadıkları küfür şeklini “din sanan” ve keyiflerine göre din icat ettiklerinin bile farkında olmayan bedbahtlar… Bazı gözlerin, görmek fiilini büsbütün kaybetmek için yaratılmış olması gibi, bunların bilgi ve anlayışı da, bilgisizlik ve anlayışsızlığın ta kendisidir. Bunlar emirler ve yasakların ruhunu, sağa doğru uzaklaşarak bozan müspet “kaba softalara” inat, sola doğru uzaklaşarak bozan menfi “kabalık timsalleridir”; ve birincilerin aksülameli olarak doğmuşlar ve türemişlerdir. Bir de, Türkiye dışının reformacıları var ki, üstelik ilmi bir nikab(örtü) altında ve kitaplık çapta gayretlerle İslam’ı fesada sürüklemekten başka rolleri yoktur. Reformacı, ne türlüsü olursa olsun, İslam’ı harap bir bina farz edip onu dışından payandalamak, ahşap evlere dışardan çimento püskürtürcesine, onu dışından desteklemek, onu yardıma muhtaç bilip bu yardımı dışından tedariklemek gayretinde bir “FİKİR HAİNİ VE İMAN YOKSUNUDUR.” Birinci hüküm; “İSLAM İNKILABI” bunlarla olamaz!... Necip Fazıl (Rahimehullah); “İdeolocya Örgüsünden”