8 Ekim 2017 Pazar

SAKARYA-AHZAB(HENDEK) HATTIN DA HESAPLAŞMAYA MAHSUBEN; -1-


"Er meydan da bir dehşetli saytara,
Münafığa çıkış yok ki kaytara!
Haramla semirmiş o mel'anet boynunu;
Hele bir uzat bakem ZÜLFİKAR'A - HAYDAR'A!."

6 Ağustos 2017 Pazar

SAKARYA, HENDEK(AHZAB), DÜZCE HATTI; -2- "VE VATAN TOPRAĞIM, TÜRK'E MEZAR OLMADAN DÜŞMANA GÜLİZAR OLMAZ."

Tarih: 16 Temmuz 2016
Saat: 08:00
Yer: Beylerbeyi sahili Üsküdar

O gece köprüdeydim,.Nice yaralı ve şehit beden taşıdık. Direndik. Polisimiz sabaha karşı, hainlerin canına okudu. Yaka paça tutuklandılar. Sabah son şehitlerimizi köprünün halat yataklarından aldık taşıdık. Güneş doğdu, üstümde tatlı bir yorgunluk. Kin gurur ve nefreti aynı anda yaşadım. Yaya olarak köprüden Beylerbeyi'ne indim. Sahile oturdum çaresizce. Bir kaç saat öncesinde, kardeşim kadar sevdiğim birinin acı haberini almıştım. Köprüde şehit düşmüştü, o gece hiç karşılaşmamıştık. Telefonumun son yüzde 10'luk şarjıyla, bu şiiri açtım. Köprüye bakarak ağlıyordum. Denize karşı bağırıyordum. Banka oturup şiiri ikinci kez açtığımda, köprüye bakarak hem ağlıyor hem gülüyordum. O an anladım ki boş hayatım o gece bir anlam kazanmıştı. Allah bana bir "MİLLİ MÜCADELE" nasip etmişti. Ve o an anladım ki, insanımız menzilsiz bir ok gibi. Göğüsüne saplanacak küffar arıyor. Bu millet o gece, emperyalist OROSPU ÇOCUKLARININ göğsüne saplanmıştır. Allah'ıma şükürler olsun, kanımla terimle o geceye hizmet edebildim. Sayılı günümüzün olduğu bu dünyada, ite çakala eyvallah etmek alçaklıktır. 

"SAKARYA, HENDEK(AHZAB), DÜZCE HATTI"; -1-

"Kavga iki cephede cereyan ediyor. Öncelikle küfrün şartlandırmalarına boyun eğişten neş’et eden cehaletle savaşıyoruz. Onun yanı sıra, çetinlikte ondan geri kalmayan bir savaş içine dahi dalıyoruz: Topraklarımıza yani canımıza, cananımıza, bütün varımıza göz dikenlerin beynelmilel uzlaşı yedeğindeki azınlık hâkimiyetiyle savaş. Müslim, mü’min, muhsin olamadığımız takdirde bu girdiğimiz harbin mağlûp ilân edilmemizle biteceğini de biliyoruz. Allah (c.c.)’tan nasibimize İslâm, İmân, İhsân düşmesini dilemekteyiz. İslâmdan, İmândan, İhsândan nasibimiz var ise, daha artırmasını yalnızca Allah (c.c.)’tan dileriz. Allah (c.c.)’tan gayr-i müslim cephenin Müslümanmış gibi algılanan cenahından bizi alenen ayırmasını dileriz."
(İsmet Özel -Hafizehullah-)

8 Mart 2017 Çarşamba

VEFALI TÜRK GELDİ YİNE, YOL VER TÜRK'ÜN BAYRAĞINA;

Adı; Ömer Özkan, rütbesi Uzman Çavuş, El-Bap muharebesi Gazisi. Rasulü Ekrem(Aleyh es-Selam)'ın "MEN LA YERHAM, LA YURHAM(MERHAMET ETMEYENE, MERHAMET EDİLMEZ)" emrine muti ve Mehmetcik(Küçük Muhammed) olarak, Allah(Azim eş-Şan)'ın Rasulü'ne ikram buyurduğu "RAUF VE RAHİM(ÇOK ŞEFKATLİ, ÇOK MERHAMETLİ)" sıfatları ile mücehhez; "AZİZ-KAHRAMAN TÜRK ASKERİ(MAAŞALLAH-TEBARAKALLAH)."

Not: Katlettiği Müslümanların üzerine bevleden, insanlıktan değil "belhum edal(hayvanlardan dahi aşağı)" amerikancıklara dua eden "şeddeli sorros-pu çocukları" -resimde görüldüğü gibi-ŞEREFLİ TÜRK ASKERİ'nin ayağı altında çiğnenip, helak olacaklar(bi-İzni Teala). Kendilerine bir dost ve yardımcı da bulamayacaklar.

Hadi bakalım "iblis-i hannasiler", hadi bakalım!.

http://www.sozcu.com.tr/2017/yazarlar/yilmaz-ozdil/baris-2-1706242/

6 Mart 2017 Pazartesi

SAKARYA-HENDEK(AHZAB-HİZİPLER-) HATTIN DA, TAHKİMAT; -1-


"KIZIL-KAŞKOLLU DECCAL" sıçmıkladıklarını okumadan yazı-yorum; Akpkk denen, "KAVMİYETÇİ, SÜFYANİ-DECCALİYET" yerle yeksan olmuştur(ELHAMDÜLİLLAH). Kazanan 'kemalizm' değil, El-Hakk, Bi-izni Teala; "AZİZ TÜRK MİLLETİ"dir. Kavmiyetçi-süfyaniler, iblis-i hannasiler kaybetmişler ve kaybetmeye mahkumdurlar; bunu o 'dumura uğramış' beynine sok!.

Not: Akpkk mel'aneti dediğin; "Kemalist deccaliyetin, süfyani(islam) deccaliyetine evrilmiş hali!" olsa gerektir.

http://odatv.com/akp-bitmistir-kemalizm-kazanmistir-0603171200.html

1 Mart 2017 Çarşamba

TÜRK DEĞİLİM DEMEK SUÇ MU, GÜNAH MI, CÜRÜM MÜ, KABAHAT Mİ? "Türkiye’de haklılık kendine Allah’ın indirdiği haricinde bir yuva kurdu"


Hayır demek, her şeye rağmen Türk olduğumuzu ikrar etmek bize unutturuldu. Adını "dünya şartlarının gerektirdiği Müslümanlık" diye anabileceğimiz bir algılama tavrıyla alış verişe icbar edilişimize isyan etmiyoruz veya edemiyoruz. Bize reva görülen muamelenin işte tam burasında Türk değilim diyen herkes suç işliyor. Zira asrileşme ile beraber asriliği (hangi mazeretle olursa olsun) sahiplenenlerin uydurduğu Şark Meselesi onların hükümranlığı için bir idame-i hayat haline gelmiş oluyor. Galata bankerlerinin hiçbiri artık Türkiye’de yaşamıyor. Yerlerine birilerini bıraktılar mı? Bıraktılarsa, kimleri? Bırakmadılarsa, gidip hangi şebekeye eklemlendiler? Türkiye’de haklılık kendine Allah’ın indirdiği haricinde bir yuva kurdu. Bu yuvada ne yapılırsa yapılsın sadece suç işlenmiş oldu.

Müslümanlığı günü birlik menfaatlerinin bahanesi şekline sokmuş olanlar Türk değilim dedikleri zaman günaha giriyor. Zira Türk olmamak Kâbe’si elinden alınmış olanların başına gelen her felâketten kâr etme yolunu tutmaktır. Eğer Türkleri Mekke ve Medine’yi teslim etmeme asaletinde yalnız ve savunmasız bırakanlar olmasaydı Dünya Sistemi 1929 Hristiyan yılından altı yıl önce 1923’te çöküşe varan bir bunalıma girecekti. Birileri Türk değilim diyerek sistem, düzen, irtibatlar zinciri olarak küfrün bir hayat öpücüğünden istifade etmesini sağladı. Ekonomik liberalizm Türk olmamanın ekmeğine yağ sürdü.

Türküm diyenlerin Türk milletini medeniyet vasıtalarıyla körleştirme, sağırlaştırma, bütün kendine mahsus hissiyattan mahrum, çolak, kötürüm bırakma faaliyetleri devam ederken Türk değilim diyenler mücrim durumuna düştü. Cürüm Türk milletinin ufkunu karartma cürmüydü. Bizi millet yapan her şey hor görüldü. Türk değilim diyenler, bu söyledikleriyle her Türkün bir adım ilerisinde bulunduklarını ifade etmiş oldu. Zira Türk olmamanın müşterisi hazırdı. Türk olmak alıcısız kalmaktı.

لَكُمْ دِينُكُمْ وَلِيَ دِينِ Kabahat hangi dine mensup olduğunu anlamaktan âciz kalanlardadır. Bunlar Türküm deseler de, demeseler de kabahatlidirler. Bunlar cenneti özleme hassasından mahrum bırakılmış, nimet diye dünya sürgününün tadını çıkarmağı bilenlerdir. Günah çıkarmak, duvar önünde ağlamak bunlara mahsustur. Kıymetli saydıkları her şeye el koyar, ondan istifadeyi yakınlarına bile çok görürler. Dünya nimeti saydıkları şeyler uğruna şeytanlaşabildikleri kadar şeytanlaşırlar. Şeytanlaşma gücünü ele geçiremediklerinde ise İblis’in bariz varlığıyla uzlaşmanın kârına talip olurlar.

İnfak ve Cihat… Yanına bu ikisini almadıysan tembel talebenin dersten(imtihandan) döndüğü gibi Cennet’in kapısından dönersin.

(İsmet Özel, 26 Eylül 2014)

http://www.istiklalmarsidernegi.org.tr/Yazi.aspx?YID=1094&KID=8&PGID=0

27 Şubat 2017 Pazartesi

ENSAR-MUHACİR KARDEŞLİĞİ MECMU, AZİZ TÜRK MİLLETİME; -3- "Türk Olmadıysan, Oldun Amerikalı"


Diz çöktürülmek istenen Türkiye;

Zor bir dönemden geçiyoruz. Her şey birbirine karışmış durumda. Baktığımızda sadece düğümlenmiş bir sorunlar yumağı görüyoruz. Sanki hiç çözülmeyecek gibi görünüyor ya da gösterilmek isteniyor. Tehditler ve tehlikeler üst üste geliyor. Türkiye yönetilemeyen bir ülke haline dönüştürülmek isteniyor. Her kritik dönemde Türkiye kendi iç sorunlarına yöneltiliyor ve enerjisini kendi içine harcaması isteniyor. Maalesef her seferinde bu tuzağa düşüyor ve enerjimizi çıkarılan iç sorunlara yöneltiliyoruz. Özellikle de 1974 Kıbrıs Barış Harekatı'ndan sonra Türkiye ve TSK içindeki milli damarı yok edemediklerini gören ve Türkiye ve TSK’nın gücünü anlayan ABD ve Batı’nın hedefi bu gücü tırpanlamak, çürütmek ve milli damarı zayıflatmak olmuştur.

Türkiye’nin hayati kurumları ve TSK hedef seçilmiş ve bu kurumların milli vasıflarının ortadan kaldırılmasına çalışılmıştır. İstihbarat sistemimize el atılmış ve ABD/İngiliz istihbaratının adeta kontrolüne sokulmaya çalışılmış ve önemli ölçüde başarılı olunmuştur da. Subaylarımız ve generallerimiz NATO’nun aslında ABD’nin verdiği dokümanlar ve geliştirdiği strateji, konsept ve doktrinlerle eğitilmiş böylece milli çıkarlarımıza ve sorunlarımıza, milletimize yabancı bir nesil yetiştirilmek istenmiştir. Amaç milli damarın yok edilmesi olarak belirlenmiştir.

Bu çökertmenin, diz çöktürmenin NATO ve ABD etkisiyle başarılamayacağının anlaşılması üzerine ülke içindeki işbirlikçiler ve taşeronlar devreye sokulmuştur. Hatta yurtdışındaki taşeronları da bunlara dahil etmek durumundayız. Kimdir bu taşeronlar hepimiz biliyoruz. Büyük bir bölümümüz bunları yaşayarak gördük. Önce ASALA’yı devreye soktular. Onlarca diplomatımız kaybettik. Sonra da PKK’ yı ortaya çıkardılar.1970-1980 arası gençliğimizin maruz kaldığı ve birbirini katlettiği dönemi yazmak bile istemiyorum. PKK eylemleriyle Türkiye’nin enerjisini harcatırken Türkiye’deki iktidar, muhalefet ve yetkililer soğuk savaşın bittiğini, Varşova Paktı'nın , Sovyetler Birliği'nin dağıldığını ve yeni bir dönemin başladığını anlayamadılar bile. Sonuçta Türkiye bu döneme hazırlıksız yakalandı. Zaten ABD ve Batı'nın da istediği buydu. 

Bu arada ABD ve Batı'nın başka planları vardı ve ellerinde yedek bir güç olmasını istiyorlardı. Türk milletini yumuşak karnından vurmalıydılar. Bu maksatla cemaat ve tarikatlara el attılar. Fethullah Gülen'i ve cemaatini hazırladılar. Hem de bu cemaatin unsurlarını TSK dahil Türkiye’nin bütün hayati kurumlarına sızdırdılar. FETÖ’yü darbe yaptıracak kadar güçlendirdiler. Bir taraftan PKK diğer taraftan FETÖ ile bu ülkeyi boğuşturmalarına karşın yine de milli damarı yok edemediklerini gördüler. Bunu 1 Mart 2003'teki tezkere oylamasında anlamışlar ve paniğe kapılmışlardı. Onun için çok yönlü tehdit ve tehlikelerle Türkiye’yi çökertmeye ve Türk milletine diz çöktürmeye çalıştılar. 15 Temmuz FETÖ darbe girişimiyle de bunu başaramadılar. Sonra IŞİD’i ve diğer terör örgütlerini devreye soktular.

Şimdide doları kullanarak Türkiye ekonomisini çökertmeye çalışıyorlar. Aslında etnik ve mezhepsel ayrılıkları, inanç farklılıklarını, ideolojik farklılıkları kullanarak Türk milletini bölmeyi başaramadılar. Terörist eylemlerle, canlı ve araç bombalarıyla, kamu düzenini bozmakla, Türkiye’de can güvenliği yoktur algısı yaratmakla, ekonomiyi çökermekle Türk milletine diz çöktürmeye ve milleti bölmeye çalışıyorlar. Tabii bunlara hemen yanı başımızdaki ülkelerde oluşan ve Türkiye’nin bekasına yönelik tehditleri de eklemeliyiz. 

Bizim iç cepheyi güçlü ve sağlam tutmamıza, iç cepheyi bölecek yaklaşımlardan uzak durmaya ihtiyacımız var. Tek ihtiyacımız birlik olmak, tek yumruk gibi olmak. Bunu hep başardık. Yine de başaracağız. İç cephe güçlü olduğu takdirde Türkiye şu anda karşı karşıya bulunduğu ve karşılaşabileceği her türlü tehdidi bertaraf edecektir. Birlik olmayı başarabilirsek çok güzel bir geleceğin Türk milletini beklediğini göreceğiz.

İsmail Hakkı Pekin - 15.01.2017 - Aydınlık

9 Şubat 2017 Perşembe

TEKEBBÜR EHLİ OFLU MELAİNE;


"BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM"

Meşhur bir tarikat cemaatinin Smyrna(İzmir) vaizi olan H. A. Kansızoğlu nam adlı zat ile, bundan 7-8 sene önce Mekke-i Mükerreme de bir otel lobisinde hayli uzun bir sohbetimiz olmuş idi. Bu sohbetin sebeb-i hikmeti ise, yine o cemaatten bir arkadaşımızın bu kişi hakkında; İsmet(Özel) Ağabeyin İzmir'den tanıdığı olduğu, Ağabeyimiz İzmir'e gelince (bir şekilde)bu kişi ile teşrik-i mesai kurduğu istihbarı üzre, bizde Ağabeyimiz hakkında hususi bir mülakat yapmak niyetiyle buluştu idik. Tabi ki oflinin olduğu bir sohbette muhatabına hiç demeyeyim amma, pek kelam etmek düşmez, düşürebilmez! Bir 3-4 saat kadar, konuştu konuştu; şahsının, meşrebinin ve yolunun faziletlerinden (muhatabını yol, yordam bilmeyen cühela addederek)tahammül sınırlarını da zorlarcasına bahsetti, övdü. 'Guraba'(hem ofli, hem guraba inananın ...!) adlı bir dergi çıkarıyormuş, '(meşhuuur)İzmir gavuruyla' can siperane nasıl mücadele eder imiş ki, sorma gitsin. Sonunda can alıcı noktaya(karata) gelerek; "İsmet'in bokunda boncuk arama!, O senin zannettiğin gibi(bunlar; iblis misali kahinler ya, benim zannımı da biliyor, zaar!) 'dindar' olmadığını sıçmıklayıp, meseleye (natık-ı nifak kafası gereği, aklınca son darbeyi vurup)sadede geldi! Sonuçta, bu ucup ve kibir ehli 'ofli hannasiler', "sen İsmet'in bokunda boncuk arama, benim-bizim bokumuz(bunlar altun, zebercet sıçayler ya!)'da boncuk ara!" demeye getiriveriyor, (sözde)İzmirli 'gavur bükücü!' Bu müzemmim tavır, sözüm ona 'ofli hannasilerin' kaffesi için geçerlidir, baskındır, meal-esef!. 

Ortada ki zat ile muhatabiyetim ise, dayısının 'hacıcılık şirketin de(ancak 'teşehhüt miktarı' sayılacak kadar)' yine Mekke de, rehberlik yapmaya heveslendiğimiz yıllara rastlar. Ümm el-Kurra mezunu zat, sık sık umre bahanesiyle Mekke ye gelir, gider imiş. Bir arkadaşı ile yine böyle bir geliş de bizim rehberliğimize rast geldi veya getirildi! Gelir gelmez (şartları çok iyi bilmesine rağmen)verilen odadan şikayet etmeler, yok odadan 'eşşek kadar(kendi misali)' hamam böceği çıktı deyu çirkeflikler(umrecilerin yanında), yok 'sen bu işi bırak' deyu 'hüküm sıçmıklamalar' misali, 'hannasi karaktere mahsus!' sıvamalar ve bu kahbelik ile üzerimize baskı kurup, bizi kendilerine meftun etme mendeburluğu! Bu zatın nasıl bir tezgahtan yetiştiği ve o tezgahın militanlığına soyunduğu ise cümlenin malumu olsa gerektir. Bop saray da ki zaarlık yaptığı, "yalı kazuğu mel'unu" ne zaman kamuoyun da sıkışsa; anında, şıpınişi "sansasyonel bir fetva sıçmıklayıp" gündemi 'süfyani' lehine saptırmak için (kıç yırtarcası)bir gayrete girdikleri de ilgilisine malumdur. Mekke'de ki kirli irtibatları muvacehesin de 'süfyani'yi Ümm el-Kurra da bir ihtifal(kutlama) ile 'takdis ettikleri, ettirdikleri'de vakidir. Aman ne 'sosyal doku' imiş ki, a-sosyal doku; ula bu kimin(malumumuzdur aslında!) bohu?

Şimdi de gelelim, 'kondel denen; afilli, cerbezeli zıpçıktı'ya; bu 'değişik!', "Bursa çocuğuyum, her yerde s.....rim!" pervasızlığıyla, kendi 'kuyruk acısını', ezikliğini İsmet Ağabeye hakaret-iftira sapkınlığına vardırmış, kaleminin kıvralığıyla zihnini bulandırmaya (kudurgan tüm gayretine rağmen)muvaffak olamadığı "TÜRK MİLLİYETÇİLERİNE" ihale etmeye kalkışmıştır. Hemen hatırım da iken dercedeyim ki; "Namı diğer, kerameti rumculuktan menkul, kalemşör-köftehor ofli; (bedbaht bir zangoç gibi) o (meftun olduğun)yunanistanın en ücra bir köyüne sığınsan da, sümela da keşişler gibi şarap mahzenlerine kapansan veya (sığamayacağın)fare deliğine sıvışsan da, (kitabevi kisveli) 'amon-ra' isimli pontusçu tapınaklara saklansan da, "AZİZ-KAHRAMAN TÜRK ORDUSU(sen, 'Roma ordusu' demiştin!)" gibi sana yetişeceğim-YETECEĞİM, o yalancı perçeminden yakalayacağım ve seni "LİAN(LANETLEŞMEYE) icbar edip, (iblis ahvadının layık olduğu yere)cehennemin ta dibine postalayacağım(Bi-İznillahi Teala). O güne kadar, (altun, zebercet boncuklu!)sıçmıklarını sıvayadur hele. Bakalım kimin va'di Hakk imiş göreceğiz, illa ki. O 'pontusdaş' arkadaşın(H.Çelik); "TRABZONLU TÜRK İLE, TRABZONLU rum! ATİNA DA KAVUŞTUK!" deyu ihbar etmiş idi. Ona söylediğimi, senin de o meymenetsiz-edepsiz suratına (adeta bir tokat gibi)çarpıyorum; "EL-HAKK, TRABZONLU TÜRK İLLAKİ-TABİATIYLA OLUR, LAKİN TRABZONLU rum; ASLA, KAT'A OLAMAZ-OLABİLEMEZ, EN BÜYÜK YALANDIR-YAFTADIR-İFTİRADIR.." 

Ben acız kul; "AZİZ TÜRK MİLLETİME, YOLDAŞLARIMA" mel'un-münafıkun ceryana karşı halimi sunuyor, bu "BEYNELMİLEL-MİLLİYETSİZ, VATANSIZ, İMANSIZLARI (Bedevilerin NAMUSSUZ-AHLAKSIZLARI alınlarından)DAĞLAYIP-İŞARETLEDİKLERİ gibi, DAMGALIYORUM" ve "İLAH-İ BEYAN" ile ilan-ı İHBAR ediyorum; 

"GELİN, GÖNÜLDEN DUA EDELİM DE, ALLAH'IN LANETİNİ YALANCILAR ÜZERİNE SALALIM(BOCA EDELİM)."

"ALLAHUMME SALLİ ALA SEYYİDİNA MUHAMMED"

(13 C. Evvel 1438 Cuma - Medine-i Münevvere)

24 Ocak 2017 Salı

Ehli İmana Muzip, Ver Coşkuyu Mel'un Kazip; -3-


Ecinni, iblis-i hannasi
kelle de hareden bere,
postunu gere gere,
sanki, beştepe maliki;
"münafık'u hakiki!."

Taksirat aradı, levin levin
taife-i amerikancık leyyin!
mahfil de, 'pakruduni' hasıla,
puşti muşta kafkasi;
amansız, baki fasıla!.

Ağırdan al ki, tası tarağı
yek sekte-i saltanat,
feyk at, tekaüte sevket;
sübyan sapkını barrağı!.

Ayrancı da deli dana kırizi,
marol manokyan hamisi,
corci şevket kazani;
gürcü abisi, hazirun da sabisi,
erbil-i menecer stelyo pipis(i);
"yalan da bonkör, cevaz getirmez zanni!
nankör namussuz, mütecaviz zani!.."

(25 R.Ahir 1438 - Medine-i Münevvere)

14 Ocak 2017 Cumartesi

"VARALIM ULU DİVANA, MUHAMMED SERVERE KARŞI"


"BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM"

Muhterem zevat; Biz Kul Peygamber(A.S.)'in Türk milleti olarak, "ısırıcı melikliğe, saltanatçı kavmiyetçiliğe" karşıyız-muhalifiz. Hepimiz Atamız İbrahim(A.S.)'in soyundanız lakin biz(Türk Milleti) Ümm el-Mü'minin -illa mütevekkil ALELLAH-Hacer validemizin çocuklarıyız, onlar ise -saltanatçı, kavmiyetçi- israiloğullarının validesinin (sahir-müstekbir)çocuklarıdır. "AZİZ TÜRK MİLLETİ" TARİHTE OLDUĞU GİBİ; (SALTANATÇI-KAVMİYETÇİ)"EMEVİCİLİK MEL'ANETİNE" ASLA GEÇİT VERMEYECEKTİR, VERMEMELİDİR..
"ALLAHUMME SALLİ ALA SEYYİDİNA MUHAMMED"

(15 R.Ahir 1438 Cuma - Medine-i Münevvere)

8 Ocak 2017 Pazar

ATİLA KAYA’NIN CUMHURBAŞKANINA YAZDIĞI MEKTUBUNUN TAM METNİ: “SİZİN NEYİNİZ ‘TÜRK TİPİ’ Kİ?”


“Sayın Cumhurbaşkanı; İkimiz de biliyoruz ki, ne sizin duymak istediğiniz ne de benim söylemek istediğim hitap budur. Sizin bir parti sözcüsü gibi meydanlarda dilendiğiniz “Devlet Başkanı” hitabıdır; benim gönlümden geçen ise, bağımsız Türk yargısının karşısına çıktığınız gün, onurlu bir Türk savcısının dudaklarından dökülecek olandır. Merak buyurmayınız; bulunduğunuz makamda halen AKP Genel Başkanı’ymış gibi davranmanıza dair söyleyecek sözüm yok.
Zira, üzerine aldığı görevi “tarafsızlıkla” yerine getirmek için namusu ve şerefi üzerine ettiği yemini zevkle çiğneyebilecek tıynette bir insana etki edecek kudrette bir söz yok.
Öte yandan; ‘Tarafsızlık’ı bir kavram olarak algılamanızı beklemek de -entelektüel düzeyiniz göz önünde bulundurulduğunda- size haksızlık olacaktır.
Sayın Cumhurbaşkanı; Başkanlık hırsını bir zırh gibi üzerine geçirmiş psikolojinizin size söylettiği garip sözler ve yaptırdığı garip işler vardır. Nedamet getirip bunlardan kurtulmayı dilerseniz, sarayınızda Saraçoğlu’dan farklı uzmanları danışman olarak istihdam etmenizi tavsiye ederim. Zira sağlığınızı tehdit eden haller, otlarla şifa bulacağınız türden değildir.

Bu kabilden bir hâl “Türk Tipi Başkanlık” lakırdısını dilinize pelesenk edişinizdir. Sonda söyleyeceğimi başta söyleyeyim: Sizin neyiniz “Türk tipi” ki, başkanlığınız da “Türk tipi” olsun! Ne oldu ki; bırakın sahiplenmeyi hatta söylemeyi- “Türk” sözünü duymaya bile tahammülü olmayan, Anayasa’dan “Türklüğü” çıkartmayı siyasi gayretlerinin baş hedefi gören siz, “Türk Tipi” bir yönetim modelinden bahseder oldunuz? Kalkmış, “bizim tarihimizde, genlerimizde, geleneğimizde başkanlık sistemi var” diyorsunuz. Siz değil miydiniz; Türk Milleti’ni 36 etnik parçaya bölen.
Şimdi, hangisinin tarihinden, geleneğinden bahsediyorsunuz? “Tarih”, “gelenek” yetmezmiş gibi bir de ırkçı duyguları okşamak için genlerden söz ediyorsunuz. Siz değil miydiniz onları ayakları altına alan. Biz sizi tanıyoruz. Siz, elinizden gelse, adında “Türk” geçiyor diye “türkü” bile söyletmezsiniz. Ama adadaki dostunuz ciddiye alırsa alınabilir, dikkat.Sayın Cumhurbaşkanı;“Bizim tarihimizde esas olan budur” dediniz ya…
Hani, söyleseniz de bilsek: sizin tarihiniz hangisidir?
Hangi milletin tarihidir?
Türk tarihinde de, bu tarihin belli bir döneminden itibaren iman ettiğimiz Kur’an’da da esas, yönetimin şekli değil dayandığı ilkeler olmuştur.

“SİZ HİÇ TÜRK TARİHİNDE VATAN TOPRAĞINI SAVAŞMADAN BIRAKIP DA…”

Bu ilkelerin uygulamaları da ne yazık ki- sizin eylemlerinizle örtüştürebileceğimiz türden değildir. Mesela, siz; Mete Han’ın, Attila’nın, Bilge Kağan’ın Türk Milleti’ni 36 etnik ve mezhebi parçaya ayırıp bunlardan bir kısmını aşağılayabileceğini düşünebilir misiniz?
Mesela, siz; Sultan Alparslan’ın devleti 10 yıl gerçek Haşhaşîlere teslim edebileceğini, “ne istediler de vermedim” diyebileceğini, sonra da “saflığımdan yararlandılar” diye bir savunma geliştirebileceğini düşünebilir misiniz? Mesela, siz; Kılıçarslan’ın Haçlı Seferleri Projesi’nin eşbaşkanı olabileceğini, “kahraman haçlı askerlerin evlerine dönebilmeleri için dua ediyorum” diyebileceğini düşünebilir misiniz?
Mesela, siz; Fatih’in “dindar ve kindar nesil” yetiştirmeyi hedefleyebileceğini düşünebilir misiniz?
Mesela, siz; Yavuz’un “yargının vatana ihanetten başka derdi yok” diyebileceğini, Kanunî’nin yasalarla yap-boz oynayabileceğini düşünebilir misiniz?
Mesela, siz; Abdülhamid’in “ben ülkemi pazarlamakla mükellefim” diyebileceğini düşünebilir misiniz?
Mesela, siz; Atatürk’ün Anzavur için veya Şeyh Said için “yani ne istendi de 12 yıllık Başbakanlığım döneminde verilmedi” diyebileceğini düşünebilir misiniz?
Mesela, siz; İranlı dolandırıcı bir tıfılın, o dilinizden düşürmediğiniz Osmanlı’nızı rüşvetle esir alabileceğini, Dahiliye Nazırı’nın onun önüne yatmaktan çekinmeyeceğini, rüşvet ve yolsuzluğun fetvalarla meşrulaştırılabileceğini düşünebilir misiniz?
Yeri gelmişken; hani 21. Yüzyılın Kayserili Davud’u olduğunu düşünen birini Başbakanlık koltuğuna oturttunuz ya…
Mesela, siz; Orhan Gazi’nin 14. Yüzyılın Kayserili Davud’unu medreseden çıkartıp devlet işlerinin başına oturtacağını düşünebilir misiniz?
Yine yeri gelmişken; siz hiç Türk tarihinde vatan toprağını savaşmadan bırakıp da atasının türbesini sırtlayıp kaçan sonra bunun büyük bir zafer olduğunu söyleyen devlet adamı gördünüz mü?
Mesela, siz; emperyalist güçler ve yerli maşaları tehdit ediyor diye Medine kahramanı Fahrettin Paşa’nın böyle bir yola başvurabileceğini düşünebilir misiniz?

BIRAKSAYDINIZ BU KADARINI MERKEZ BANKASI BİLE YAPARDI

Sayın Cumhurbaşkanı; Bütün bu yapıp ettiklerinizin ardında hangi tarihten alınan ilham vardır?
Söyleseniz de bilsek Allah aşkına. Belli ki, bu Türk tarihi olamaz. Zaten şahsınız ve bağlısı bulunduğunuz zihniyetin varlığıyla ilgili temel sorun kendinizi Türk tarihine ait hissetmeyişinizdir.
Biliyoruz ki, ideolojik mensubiyetiniz buna engeldir. Sizin dâhil olduğunuzu düşündüğünüz şey, sömürgecilik sonrası Arap kimliği arayışından doğmuş olan İhvan’ın kurguladığı ideolojik bir tarih yorumu ve sınırları belirsiz ‘Dârü’l-İslam’ kavramıdır. İktidarınız boyunca etkilerine açık olduğunuz liberalizmin “şirket olarak tasarlanmış devlet” anlayışını da eklemek gerek.
Bunları Türk tarihinde bulabileceğinizi sanmak en iyimser yaklaşımla Türk tarihine yabancılığınızın bir göstergesi olarak değerlendirilebilir.
Sayın Cumhurbaşkanı; Bu millet ne yazık ki- ideolojik tercihlerinizin bedelini ödemek durumunda kaldığı gibi, kendisini dünyanın merkezinde gören egonuzun bedelini de ödemek durumunda kalmaktadır.
Siz her fırsatta bunun hazzını tadarken, millete acı sonuçlarına katlanmak düşmektedir. Örneğin; bir bürokratın vatanseverliğine kefil olup hatta edep sınırlarını zorlayarak- sahiplenirken bir başkasını vatana ihanetle itham etmek sizin harcınızdır ve ancak bu çerçevede anlamlıdır.
Terör örgütünün kontrolünde, vatan toprağını bırakıp sandukayı taşıdı diye birisine meydan muharebesi kazanmış komutan muamelesi gösterdiniz.
Bıraksaydınız bu kadarını Merkez Bankası bile yapardı. Oysa ondan diğerinin tırnaklarına gösterdiğiniz ilgiyi esirgediniz ve onu vatana ihanetle suçladınız.

TARİHİNDE UTANILMAYACAK BİR YER EDİNMEK İSTERSENİZ, NEDAMET GETİRİNİZ(TÖVBE EDİNİZ)

Sayın Cumhurbaşkanı; “Vatana ihanet” sizin kullanmayı sevdiğiniz bir itham. Peki, kendi atadığınız kadrolardan bu kadar vatan haininin nasıl çıkabildiği sorusuna da verecek bir yanıtınız var mı?
Hem bu kadar isabetsiz atamalar yapıp hem de her şeyi en iyi bildiğinizi, ülkeyi en iyi şekilde yönetebildiğinizi nasıl savunabiliyorsunuz?
Eğer işbirliği içinde olduklarınızın gerçek yüzlerini anlamanız en az on yıl sürüyorsa, siz de güvende değilsiniz, ülke de sizden emin değil demektir.
Bu sorgulamaları yapanları “Ankara’dan kuru sıkı atmakla” eleştiriyorsunuz, her önünüze çıkana “delikanlılık” dersi veriyorsunuz ya, hadi siz -Kabe’yi bile bir orduyla tavaf edişinizde gördüğümüz- o dillere destan cesaretinizle cevap verin.
Sayın Cumhurbaşkanı; Sahip olmadığınız şeyin kıymetini bilemezsiniz. Siz hiçbir zaman ‘Tarih’ veya ‘Devlet’ bilincine sahip olmadınız.
Edindiğiniz ideolojik formasyon buna uygun değildi ve bu formasyonu koruduğunuz sürece de olamayacaksınız. Sizin gözünüzde ‘Ülke’, İslam tarihi boyunca bile sınırları belirlenememiş olan muhayyel “Darü’l İslam” olduğu için, kendinizce Müslüman gördüklerinizin ideolojik çıkarı uğruna onu kesip biçmekten çekinmeyeceksiniz.
Bu işe “çözüm süreci” demeye sadece diliniz varmayacak, gönlünüz de ona eşlik edecektir. Siz, başkanlığınızı ‘Millet’ kavramından türetemeyeceğiniz için, ‘Başkanlık’ kavramından millet türetebileceğinizi sanıyorsunuz.
Böyle yaparsanız, “milletiniz” sadece “evde zor tuttuklarınız” olacaktır. Sayın Cumhurbaşkanı; ‘Tarih’ bilincine sahip olmayışınızla özlemini duyduğunuz “dindar ve kindar nesil” arasındaki ilişkiye dair de bir şey söylemek isterim: ‘Tarih’ bilinci olmayanda –‘Din’i tarihselliği içinde kavrayamayacaklarından- gerçek anlamda bir ‘Din Bilinci’ de olamaz.
İnsanları tarihlerine yabancılaştırıp hatta “düşman” kılarak “dindar nesil” yetiştiremezsiniz. Hz. Peygamber örneğinde gördüğümüz İslam, Cahiliyye’ye bile böyle yaklaşmamıştır.
Çevrenizde bunları sorup öğrenebileceğiniz çok insan vardır.
Eğer günün birinde bu ülkede –kefen giymiş partizanlar değil de- gerçekten dindar bir nesil yetişirse; onların dilinde arzuladığınız şekilde anılmayacaksınız.
Zira onlar cihadın en üst derecesinin zalim sultan karşısında hakkı söylemek olduğunu bileceklerdir; onlar, Tanrı’nın, kullarının ellerinin dolu mu boş mu olduğuna değil, kirli mi temiz mi olduğuna baktığını bileceklerdir; onlar, haram yemenin fetvadan kılıfı olamayacağını bileceklerdir; onlar, bir devletin küfr ile değil zulm ile çökeceğini bileceklerdir; onlar, ‘Adalet’in en üst değer olduğunu ve sadece Müslümanlar için değil bütün insanlar için olduğunu bileceklerdir. Gerçekten “dindar” olan insanda “kin” bulunmaz; biz, sizin sözünüzü sadece maksadımızı anlatmak açısından kullanalım: Eğer, o görmeyi çok arzuladığınız “dindar ve kindar nesil” gerçekten dindar olursa, minnetinin değil kininin konusu olmayı da göze almış olmalısınız.
Sayın Cumhurbaşkanı; Günü geldiğinde hangi tarihte, nasıl anılırsınız bilemem ama Türk tarihinde utanılmayacak bir yer edinmek isterseniz, nedamet getiriniz. “Türk Tipi Başkanlık”ı savunmaya hakkınız olsun istiyorsanız, öncelikle siz “Türk Tipi” olmayı denemelisiniz. O müthiş egonuz milletin her ferdini kefen giymiş partizanlara dönüştürebileceğinizi düşündürtmesin size. Bakın, anlayasınız diye Osmanlıca söylüyorum: “Ne mümkün zulm ile bidâd ile imhâ-yı hürriyet. Çalış idrâki kaldır muktedirsen âdemiyetten”.

(Atila Kaya -Sabık-MHP Genel Başkan Yardımcısı, İstanbul Milletvekili)

NOT: Ara başlıklar, mektuptaki ifadeler kullanılarak Odatv tarafından yerleştirilmiştir.

Odatv.com