18 Ağustos 2016 Perşembe

TÜRK TARİHİNİN NERESİNDE? EL-CEVAP: "ŞÜPHESİZ Kİ, EN KRİTİK YERİNDE!"


Bir milletin millet olmasını temin eden tek şey onun hasmının kim olduğunun tayinidir. “Bir millet hasmıyla var olur.” Hatta isterseniz daha düzgün bir ifadeyle, düşmanıyla varolur. Ya da “asla onun gibi olamayacağı bir şey karşısına çıktığı zaman bir millet kendisi olur.” Yani bir yerde bir milletten  önce düşmanını görürsünüz, ondan sonra o millet görünür. O yüzden yani kavimlerle millet meselesini anlamak imkânsızdır. “Türk Milleti’nin bütün tarih boyunca hasmı bellidir. Hangi kavme mensup olursa olsun kâfirler(gavurlar) Türk Milleti’nin hasmı olagelmiştir.” Onun için dilimizde açıkça yerleşmiş olan bir şey vardır. Soru her zaman “Türk mü, gâvur mu?” şeklinde sorulur. Yani hiç kimse “Türk mü, İtalyan mı?” diye sormaz. Türk mü, gâvur mu? Yani insanlar normal olarak, yani Türk’ü tanımak için ortada bir gâvur olması lazımdır. Onun için gâvur ortadan kalktığı zaman Türk buharlaşır gider. Eğer gâvur yoksa Türk hiç yoktur. Yani gâvurun olmadığı yerde Türk’ün olmasına imkân yoktur. “Oh, ne güzel! Ne gâvur var ne Türk var!” diyemezsiniz. Gâvur yoksa Türk hiç yoktur. Ancak bir yerde gâvur varsa, gâvur olmayanları ayırırsınız, onlar Türk’tür. Ama “Ben hem Türküm, hem gâvurum” diyorsa birileri, onlar… İşte…

Ben ahlaki mekarimi(keremleri) tamamlamak üzere gönderildim ihbarı bizlere kadar ulaşan bir Peygamber(Aleyh es-Selam)'ın milletinden birine “Senin güzel ahlak ile alakan ne?” diye sorulduğu zaman verecek cevabı olması lazım. “Ben güzel ahlak ile ilgiliyim, şu şu şu sebepten ya da şu şu şu şekilde” diyebilmelidir. Bunlar olmadığı zaman ortada namussuzların namuslulara kendilerini şirin göstererek haksızlık yaptıkları bir darmadağınık ortam çıkar ki bu herkesin aleyhine olan bir durumdur. 


(İsmet ÖZEL - 16 Mayıs 2008 / KONYA)

14 Ağustos 2016 Pazar

!!!.......


"Kur’an-ı Kerîm’in nâzil oluşu Allah katında değer arayanlara sunulmuş bir imkândır. Kur’an bir şiirdir diyenler bu imkânı küçümsemiş, Kur’an esatir-i evvelîndir diyenler bu imkâna husumetini belli etmiş olur. Her Müslüman tahsil hayatını “rabbim Allah, kitabım Kur’an” diyerek tamamlamış olur. Aramızdan bu “rabbim Allah, kitabım Kur’an” müfredatı uyarınca yüksek tahsil yapmış olanları büyüklerimiz biliriz. 93 Harbinde askerlik yapmış her iki dedemin de büyüğüm olduğunu ben biliyorum. İstiklâl Harbi’ni verenler ya 93 Harbi mağdurları yahut onların oğullarıydı. Gözleri kendi gözleriydi, gözlerini gâvurdan ödünç almamışlardı. Kiralık ruh, veresiye hayat bahsi kapanmadıkça Türk tavrıyla bağ kuramayacağız. Hiç kimse halis adamların 1918’de başlattıkları İstiklâl Harbi’ne Türk milliyetçiliğini ayaklar altına almağa niyetlenenleri ayaklar altına almadıkça devam edemez. Bunu bir şair söylüyor. Şairden başkası bunu söyleme gücüne sahip değil."

(İsmet Özel, 18 Ocak 2017)

11 Ağustos 2016 Perşembe

"EMİN OLUN(A)MAYAN İMANSIZ, AHDE VEFASI OLMAYAN DİNSİZ"; "Bu millet!" dediğin "İMANLI-TÜRK" ise sen "KİMSİN, NESİN, NECİSİN?" -1-


Türk aleyhine dünyanın her yerinde, her kilometre karesinde dolap döndürülüyor. Dolabın dönmesinden duyulan memnuniyet hem dolabı döndürenlere aittir, hem de dolap 'dingiliyle' birlikte ve kendi etrafında fırıldak gibi dönen 'ahmak sürüsü'ne. "TÜRKLER KENDİ BAŞLARINA NE GELDİĞİNDEN HABERDAR MIDIRLAR? TÜRK ALEYHİNE DOLAP ÇEVİRENLERİN HANGİ NAMUSSUZLAR OLDUĞUNU BİLİYORLAR MI?" Başkalarını bilmem; ama bir Türk, kalın bir Türk olarak ben biliyorum: Mahut namussuz makulesi kampının bir yanını kendileri "sahip" denilerek çağırılanlar, yani yer kürenin hegemon sahipleri dolduruyor. Kampın daha geniş diğer yanında ise hegemonyanın "salikleri" var. Dolap fırdolayı dönüyor. Döndükçe hızını artırıyor.

Dönme dolap  dönmeyecek ve dönüşü hızlanmayacak olursa sahipler yerlerini terk etmeye zorlanacak ve bu yüzden artık kendilerine sahip denilmeyecek. Dolap dönmediği takdirde salikler(münafıkun) güruhu da etiketten mahrum bırakılacak. Çünkü sahipler modernliği saliklere cici bildirdi. Haslık çeşmesini kurutan zihin kontrolü faaliyetine 'tahsil hayatı' deniyor. Sahipler modern eğitim vasıtasıyla gariban saliklere diploma adıyla birer bilet kesmekle kalmadı, bir de her birinin üzerine Dünya Sistemi nezdinde muteber olduklarını temin gayesiyle birer 'etiket' yapıştırdı. Ömürlerini kampta tüketenlerin hepsi hayatlarının tadına içlerine salınmış bulunan "etiketsiz kalma(hesaba katılmama)" korkusuyla varıyor. Onlar ne kadar korkuyorlarsa dolap o kadar gıcırtısız dönüyor. 

Seferberlik dedikleri faaliyetten bekledikleri hiçbir sonucu elde edememelerine rağmen Türkler kendi aralarından "MELEKLERİN YARDIMINA İNANAN" kısmı öne çıkararak bütün hesapları bozdu. Dünya Sistemi dört işlemli hesabını "Sakarya Meydan Muharebesi" akabinde yeniden yaptı. Sistemin lortları hesaplarının bir daha bozulmasına fırsat vermemek kastıyla 100 senedir arzın sathında Meleklerin yardımına inanan Türklerden bir tane bile bırakmama çabasına dalmış durumda. 

Türkler kendi bileklerinin gücüne değil, meleklerin yardımına iman edenler idi. 1916'ncı Hıristiyan yılında Mekke kalesinden Türk bayrağını indirenler ise Meleklerin değil müttefiklerin yardımına güvenmişlerdi. Dünyanın bugün aldığı şekli işaret edip güvenlerinde ne kadar haklı oldukları iddiasıyla kendilerini avutuyorlar. "Domuzdan post olmaz" diyenleri bid'at ve hurafe ehli sayıp servetlerini her gün biraz daha müttefiklerin müttefiki olmaktan edindiler. Bu minval üzere sebeplerdendir ki Türk üstünlüğünün kabul görmediği sahaların tamamında İslamın neye taalluk ettiği gayr-i Müslim otoritelerin insafına terk edildi. Yine aynı sebepten ötürüdür ki, Hakkı dile getirenin İslam'ı kefereye beğendirmek kastıyla sözlerini tanzim edenler arasından çıkmasının mümkün olamayacağını anlamış zevatın tamamı hem İslam'ı alenen reddedenlerin ve hem de İslam'ı gerek alenen ve gerekse üstü örtülü bir biçimde takbih edenlerin(kınayanların) kurduğu tuzağa yakalandı. Bu tuzağa düşenlerin hali acınasıdır. Çünkü bunlar İslam'ı takbih ettiği(kınadığı) halde İslam'ın mümessili kabul edilenlerin yerlerini sağlamlaştırdı. 

Neyin gerçekte ne şekilde cereyan ettiği ile neyin, kim tarafından, ne şekilde anlaşıldığı arasındaki fark Türk vatanında dünyanın her yerinde olandan ziyadedir. Bu yüzden kafası çalışanın kim olduğu her yerden ziyade Türk vatanında ehemmiyet kesp etmiştir. Sanmayın ki, Türkler kafalarını çalıştırıp bir vatana sahip çıkmışlardır. Hadise bu topraklara mahsus bir tarzda tezahür etti. Kafa çalıştırma hüneri gösterenlerin Türk olma tercihinde bulunuşları "orta yere hükmedici bir millet ve o milletin vazgeçemeyeceği bir vatan" çıkardı. Birbiriyle ne insanlar, ne de insani faaliyetleri kaynaştırılmıştı. "TOPRAĞIN RUHU VE İNSANIN KAVLİ..." Birbiriyle kaynaşan bunlardı, bu ikisiydi. Bugün "Türk İstanbul" meselesi Türk milletinin kaderinin tayininde yerine daha bir önemlisi konulamayacak tek meseledir ve fakat tecelli bizi hep hayrete düşürmüştür: Türk vatanı İstanbul'un fethinden önce doğmuştu.

Günümüzde Türk vatanından bahsetmek resmi otoritenin aleyhine bir faaliyettir. Tabiatıyla resmi otorite kendi aleyhine bu faaliyeti yasaklamıştır, yasaklayabilmiştir. Çünkü artık Türkiye'de İstiklal Harbi başlangıcında olduğu kadar bile bir "HÜKMEDİCİ MİLLET" yok. Hükmedici bir milletin varlık şartı o milletin zihinlere yani dile ve dine(lisana ve itikada) hükmediş tarzında aranmalıdır. Lisanın ve itikadın insan hayatına verdiği şekil çeşitli sebeplere bağlı olarak zarar görebilir, eğrilip bükülebilir; ama benimsenen şeyin insan hayatı olduğu her yerde ne lisanın, ne itikadın vakitlice vurduğu damgayı silmek mümkündür. Eğer insan hayatının diğer mahlukatın(cematın, nebatın, hayvanatın) hayatından bir farkı aranırsa, bu fark insanın idame-i hayat düzenini zihniyetine kenetleyişi dolayısıyla bulunacaktır. (Devam edecek - İNŞAALLAH)

"ALLAHUMME SALLİ ALA SEYYİDİNA MUHAMMED"

(İsmet ÖZEL - Çelimli Çalım 11'den;)