AKPkk “Büyük Kürdistan” için savaşıyor Üç yıl önce, Suriye’nin kuzeyi PKK koridoru olsun diye AKP para, silah ve mühimmat göndermedi mi? Hatta PKK ve peşmergeyi Habur’dan sokup topraklarımızı çiğneterek Suriye’ye sokturmadı mı? Ve şimdi koridoru temizlemek için Türk askeri Suriye’ye girdi. Her gün şehit veriyoruz. Ve askerimiz orada kimle savaşıyor PKK ile mi? Kocaman bir hayır! Rakka’ya girip IŞİD’i bitirecekmişiz. Ama ABD öyle bir rota vermiş ki, aman ha tek bir Kürt teröriste zarar gelmesin! Koridoru temizliyor ama adeta PKK tek kurşun atmadan Türk askeri çekildikten sonra yerleşsin diye. Ola ki bu çılgınca strateji sonuna kadar gitsin. Rakka’yı Musul’u, temizleyelim (!) ABD, peşmerge ve PKK için. Sonra ne olacak? BM, ABD, AB, Rusya, İran, Esad, Bağdat diyecek ki hadi çık artık. Buralar uluslararası hukuka göre senin değil. Ne diyeceksin? “Eyyy dünya siz kimsiniz yaaa.” Nasıl diyeceksin? ABD tankıyla mı, ABD uçağıyla mı, ABD uydusundan aldığı istihbaratla mı? En beyinsiz insan bile böyle bir deliliğe “vatansever”lik demez. ABD susuyor. Alttan alta veriyor gazı. 100 yıldır bugünü bekleyen Batı emperyalizmi sevinç içinde: “Bir hain-dengesiz bulduk. Kendi ordusunu, kendi devletini tasfiye etti. Halkını ezdi. 100 bin kişiyi hapse attı. Birazcık da Osmanlıcılık oynatalım. Saddam’ı Kuveyt’e soktuğumuz gibi iyice Suriye’ye Irak’a sokalım. Sonra Saddam’ın tepesine bindiğimiz gibi Türkiye’yi de yok ederiz.” Dış düşmanın tek planı bu… “BOP eşbaşkanı”na, “büyük Kürdistan”ı kurması için biçilen son rol bu. İlk rolü 11 yıl boyunca “demokrasi kahramanı” olmaktı. TSK’yı, devleti yok etti. Güneydoğuyu resmen PKK’ya teslim etti. Şimdiki rolü de “çılgın diktatör” olmak. En sonunda gelecekler “dünyayı bu beladan, Türkiye’yi de bir diktatörden kurtarmak görevimiz” diyerek İstanbul’u, Ankara’yı bombalarıyla yerle bir edip, Türkiye’nin güneydoğusunu işgal edecekler. AKP de sonunda tarihi misyonunu tamamlamış olacak. Vatan için çılgınlığa engel olalım Emperyalistlerin planı bu… Garip bir tiyatro… Sürekli ABD ve AB ile atışıyor. Ama ne hikmetse ABD ve AB buna destek oluyor. Karşılığında bütün ülkeler sıraya girmiş İncirlik’ten üs alıyor. Beyefendi “eyyy ABD” diye kükrüyor ertesi gün ABD’ye Diyarbakır’da dev gibi ikinci bir üs daha veriyor. Peki, AKP’nin planı ne? Türkiye’yi felakete ve bölünmeye götürecek bir savaşın içteki amacını Gazi'nin uyarısını ezberlemiş herkes tahmin edebilir: “Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler. Hattâ bu iktidar sahipleri şahsî menfaatlerini, müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler.” “Şahsi menfaati” için yapıyor hepsini. Ergenekon, Balyoz ve 15 Temmuz süreciyle tamamen yok etmek istediği Türk Ordusu, Türk devleti ve Türk demokrasisinden geri kalan ne varsa Suriye ve Irak çöllerine gömülecek. Sonra da güya hep hayali olan başkanlık ve “özerk kürdistan eyaleti”ni kuracak. Toprak kaybedecekmişiz, Türkiye bölünecekmiş! Ona ne?! Her diktatörün en büyük hayali savaştır. Böylelikle şahsi menfaatlerini “vatanseverlik” olarak dayatıp, ülke içinde kendi halkına da savaş açabilirler. Ama bununkinin şöyle bir sorunu var. Kendi devletini ve ordusunu yok etti. Askerlerimizin tedavi edileceği bir hastane bile bırakmadı. Ekonominin kanını emdi. Halkı iç savaşın, bölücü terör örgütünü zaferin eşiğine getirdi. Bunun bizi taşıyacağı savaş kesinlikle son felaketimiz olur. Batı bunu biliyor. İzliyor, keyif alıyor. O da artık tüm geleceğini kaybetmiş bugünü kurtarma derdine düşmüş. Kendi siyasi intiharını tüm ülkenin intiharı haline getirmeye karar vermiş. Musul-Kerkük’ü perşmergeye, Ege adalarını Yunan’a, Kıbrıs’ı Rum’a, güneydoğuyu PKK’ya verenler vatanseverlikten “Gazilik”ten, “Fetih”ten asla ama asla bahsedemez. Gerçek vatanseverlik tarihin gördüğü en vatan haini idare olan AKP iktidarını, ülkeyi kesin bir hezimete sürükleyecek bir savaşa sürüklemekten alıkoymaktır. Vatanseverler ayağa kalkın! Türkiye’yi savaştan koruyun.
Kendi öz yurdumda ben miyim garip? Beni bir köşeye atan utansın Eğilmiyor diye, 'TÜRK'ü hor görüp, İti el üstünde tutan utansın! .. Oğlumuz sokağa itiliyorken, Ve kanına zehir katılıyorken Yolda kızlarımız satılıyorken Yatağında rahat yatan utansın! .. Ne canım mühimdi, ne de rahatım Ne kanım kıymetli, ne de hayatım Ne bedelim vardı, ne de fiyatım Beni üç kuruşa satan utansın! .. Ben asiydim, ıslah edemezlerdi 'TÜRKLERİN' üstüne gidemezlerdi Böyle koyun gibi güdemezlerdi Beni bu sürüye katan utansın! .. Namusumuza el uzatan var ise, Böyle durur muyduk, dünyalar dursa Şu bayrak yerlerde çiğneniyorsa Ayağa kalkmayan vatan utansın “Bu devri yıkmayan 'millet' utansın! ..” (Ali KINIK - "SATAN UTANSIN" Şiirinden;)
Biz Türkler sayısı hayli kabarık hödükler zümresinin zannettiği üzere bizim dışımızda kalan ve emrimize giren beşer topluluklarına tavizkar, müsamahakar, toleranslı, hoşgörülü ve onların gönlünü alır tarzda davranmış değiliz. Bilakis, biz Türkler gayri Müslim tebaaya idaremiz altında ancak bir şekilde Müslümanlaşmalarını şart koşarak(icbar ederek) yer verdik. Hükmedici Türk milleti emri altındakilere işine gelir bir kıyafet ayarladı: Esas olanın Yahudilik değil, Musevilik olduğunu, Hıristiyanlık değil, Nasranilik olduğunu, Şiilik veya Alevilik değil, Caferilik(beşinci mezhep) olduğunu müşarün-ileyhe kabul ettirdi. Türk gözü Yahudi'de Musa aleyhisselama ümmetlik eden Musevi'yi gördü. Hıristiyan, Türk gözünde Nasıralı İsa aleyhisselama ümmetlik eden Tersa idi. Şii veya Alevi zümrelerin Türk'ten farkları İmam Cafer'in partizan takipçileri olmalarındaydı. Neden Türk'ün üzerlerine sardığı keyfi kıyafetlere Türk olmayanlar itiraz etmedi? Gerek Doğu'da ve gerekse Batı'da bu saydıklarımızın haricinde kim varsa onlarla devamlı mubareze(kavga) halinde olan Türk'ün yaptığı bu apaçık tahrifat niçin hiçbir aksülamel celp etmedi? Çünkü bilhassa Selçuklulardan başlayarak Türk'e 400 sene boyunca itiraz eden kim olduysa unutması imkansız bir ders almıştı. 12'ci Hıristiyan asrından 1571 İnebahtı(Leponto) hezimetine kadar şarktan ve garptan hiç kimse Türk'e söz dinletememiş, Türk'ü kendi dünyevi alakalarının avami hizasına çekememişti. Müsbet olan asaleti ve karakterindeki şaşaa ile fark edilebilen Türk'ün mağlup edilemeyeceği kanaatiydi. Türk'ün mağlup edilebileceği asla kimsenin aklına sığmıyordu. Hele bilhassa Mohaç(1526) sonrası Avrupalı hakim zümrelerin içinde Türklerin kendilerini tarihten sileceği korkusu taşıyor olması dikkate değer; ama asıl dikkat edilmesi gereken husus Türk hakimiyeti altında olup da kendini Türk hissetmeyenlerin ufuklarına neyi yerleştirdikleridir. Kendini Türk hissetmeyen ne kadar unsur varsa hepsi Türk'ün mağlup edilebileceğini fark edip dolayısıyla kendilerine efendilik edemeyeceğini öğrenir öğrenmez yollarını yükselen dünya güçlerinden birine hizmetle bulabilecekleri fikriyle hareket etti. Yükselen dünya güçleri demek bütün işlerini kapitalizmin akıbeti seviyesinde kendi hükmedici milletinin mümtaz bir yeri olduğu iddiasıyla gören demekti. "Kapitalizmin akıbeti"... Batı'da feodal hayat tarzı sonrasında doğan gücün mahiyetini, keyfiyetini ve kaidesini öğrenebilmeye yarayacak anahtar ifade budur. Kendini Türk hissetmeyen anasırın kaffesi kurtuluşunu burada, kapitalizmin akıbetinde aradı. Kapitalizm niçin vardı ve kapitalizme neyi temsil ettiği zaman kapitalizm deniyordu? Nasıl olmuştu da kapitalizmin yürürlüğü rakipsiz hale gelmişti? Kur'an dilinde "ö" sesi bulunmadığı için doğmuş Türk kelimesi nereden kapitalizmle ilişkilendirilecek? Kapitalizmin akıbeti bahsinde Türk kelimesinin anılması mümkün müdür? Kapitalizmin akıbeti bahsinde Türk kelimesinin anılma ihtimali var mıdır? Türk kelimesi kapitalizmin akıbeti bahsinde mutlaka ve muhakkak anılmalı mıdır? Kendini Türk hissetmenin faydası yukarıdaki suallerin zorlanmadan cevabını buldurmada tezahür eder. Eğer kendinizi Türk hissediyorsanız Batılılaşma, Aydınlanma, Modernlik, İlerleme, Gelişme, Değişim, Trend ve benzeri kavramların tek kelimede toplanıp birleştiğini fark etmiş olursunuz: Kapitalizm. Buna tarihin akışı içinde isterseniz 'American way of life' (Amerikan yaşam tarzı)'da diyebilirsiniz. Kendini Türk hissetmeyen herkes hayatta bulunuşunun mazeretini kapitalizmin akıbeti bahsi dahilinde arayacaktır. Dahası, bunlar geleceğe dair bütün planlarını kapitalizmin akıbeti uyarınca yapmışlardır. Kurtarılmak isteyenler bunun her an güme gitme ihtimali olan kapitalizmi kurtarma yükü altına girmeden yapılamayacağını biliyor. Türk aleyhine dönen dolabın suyu sermaye hakimiyeti deresinden geliyor. Biz Türkler hali hazırdaki günlerimizi vaktiyle dışımızdakilere din dayatmış olmanın cezasını çekerek geçiriyoruz. Müslüman postuna bürünmüş irili ufaklı anasının gözü (mel'un)para babaları bir eliyle kaşınıp diğer eliyle bizim kabamıza cimdik atıyor. Türkleri arzın sathında sınıf meselesiyle kimlik meselesini bir çırpıda halleden millet vasıflarıyla tanıyamayanlar başlarına ne geleceği meselesinin tamamen cahilidir. Dünya çapında akademik alem Batı Medeniyeti veya sadece Medeniyet denilen şeyin Türk'e ötekilik etme temayülünün bir hasılası olduğu gerçeğini es geçiyor. Garbın afakını sarmişsa çelik zırhlı duvar Benin iman dolu göğsüm gibi serhaddim var Ulusun, korkma! nasıl böyle bir imanı boğar Medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar? Kafir şaşırtmacası olarak cereyan eden şeyin içinde ne var? Bu şey kapitalizm, medeniyet, modernlik, evrim, gelişme ve benzeri ıstılahların nasıl aynı hadisenin farklı merhale ve/veya veçhelerine isim bulma derdinin tezahürleri olduğunu belli etmeme göz bağcılığına havidir. Bu yoldaki bütün el çabuklukları Avrupa tarihi olarak bilinir. Arzın sathında bir Türk vatanı doğmasından itibaren bu vatanı abad eden Türk'ü devre dışı bırakmak için bir şeyler oldu. Kafir şaşırtmacasından başını alabilen kişi önce temel atma törenini İtalyan site devletlerinde XIII. Hıristiyan asrında hem "yıkıcı rekabet" ve hem de "azami kar" düsturlarının gölgesinde yapan kapitalizmin Türk düşmanlığını ve/veya Türk korkusunu başlattığını görür, görmelidir. Sermayenin her şeye tahakküm edebilmek için muhtaç olduğu teraküm ve temerküz kolaylığı ise kıta Avrupa'sının felsefeyle, bilimle, sanat, teknik ve kültürle beslenen, netice-i halde kendini haklılaştırma melcesini Türk karşıtlığında bulan tedbirlerden temin edildi. Biz Türkler de dahil hiç kimse kapitalizmin düşünülen en mücerret haliyle bile Türk düşmanlığıyla ayakta durduğunu anlayabilmiş değil. Kafasına geçirdiği beysbol(baseball) kasketiyle mücahit havası atma hevesine kapılanlardan kimin ne beklediği ise yutulmuş bir hakaretin(mel'anetin) bayrağını dalgalandırıyor. (Devam edecek - İNŞAALLAH) "ALLAHUMME SALLİ ALA SEYYİDİNA MUHAMMED" (İsmet ÖZEL - Çelimli Çalım 11'den;)
-TÜRK MİLLİYETÇİLERİ- "Varsa devran içinde devran bu devranın devranıyız biz, o canlar ki cananından taşra düşmüştür cananıyız biz. Gönül mahzun ay karanlık yıldızlar gözden nihan olsa da arşı-ferşi ışıktan titretecek bir aydınlık imkânıyız biz. İnce bir yağmura gerçi asılmıştır -Serez'in Esnaf Çarşısı'nda- uzadıkça uzar gölgesi darağacından o asırdan bu asıra Şeyh Bedrettin-i Simavi'nin elhâk/devamıyız biz. Geçer mermi ıslıklarıyla/tek tek vurduğunu dağıtan sunturlu mısralar rediflerin gümbürtüsü akla ziyan tantanalı bir kavganın demek gazelhanıyız biz. Tohum ağaç ve orman ölümün içerdiği hayat buhara inkılâp eden su -İriş Dede Sultanım İriş- gün bu gün saat bu saat diyalektiğin fermanıyız biz" (merhum) -Atilla İlhan-
"SINIF BİLİNCİ" Kış Nüshası Neşroldu!
"ELHAN-I ŞİTA" Kitapçığı Neşrolundu!
"SINIF BİLİNCİ" Güz Nüshası Neşroldu!
"Türkçeden İslâm’a Giriş"(7'ci Kitap)
"İstiklâl Marşı Derneği olarak hem Kur’an okumayı hem de Türkçe okuma yazmayı öğrenip ve öğretebileceğimiz bir kitap hazırladık. Çünkü hem Kur’an-ı Kerim ve Türkçe hem de öğrenmek ve öğretmek birbirinden ayrılamaz. Türkçeden İslâm’a Giriş serimizin bu yedinci kitabına da Anadile Eğilim ismini münasip bulduk. Zira bizim anadilimiz Hatice anamızın, Ayşe anamızın, Fatıma anamızın dilidir. Anadilimize eğilmek yazımızı geri almamızı, yazımızı geri almamız da kaybettiğimiz her şeyi geri almamızı sağlayacak. Gayret bizden tevfik Allah’tan."
Ali Ulvi Kurucu (Hatıralar - 3) M. Ertuğrul Düzdağ KAYNAK KİTAPLIĞI
"Üstad Ali Ulvi Kurucu Bey, Türkiyemizde ve Müslüman ülkelerde milyonların tanıdığı bir zat... Sevimli çehresi, Muhammedî güzel ahlâkı, ruhlara hitap eden millî, dinî şiirleri ve insanı manevî âlemlere alıp götüren gönül sohbetleri ile bir illim ve irfan önderi... Üstad Ali Ulvi Kurucu Bey, bir Anadolu çocuğu... İlk feyzini doğduğu muhitten aldıktan sonra yüksek tahsilini Kahire'de yapmış; son elli altı senesini Medîne-i Münevvere'de yaşamış ve orada vefat ederek, sahâbîlerin yanına uzanmış mes'ud bir insan... İslâm dünyasının manevî ve siyâsî binbir hâdise ile sarsıldığı yakın tarihi bizzat yaşamış; önemli olay ve şahsiyetlerle tanışmış; bir Müslüman aydının, aydın bakışı ile bunları değerlendirmiş, bir fikir ve mânâ büyüğü... Onun hatıraları, bizler için, bir ilim, irfan ve maneviyat kaynağı olduğu kadar, yakın tarihimiz için de bir "şifre çözücü" ve geleceğimizi tâyinde bir yol gösterici olacak..."
"HAKK'IN SESLERİ -2-"
“İşte sana, onların kendi yolsuzlukları yüzünden ıpıssız kalan yurtları!...” ( Neml suresi; 52. ayet ) Geçenler varsa İslam’ın şu çiğnenmiş diyarından; Şu yüz binlerce yurdun kanlı, ziyaretçisiz mezarından; Yürekler parçalar bir ağıt dinler yol güzergahından. Bu matem, kim bilir, kaç kırgın kalbin gubarından(tozundan); Coşup, çağlamakta, son ümidinin son hayal kırıklığından. Gitme ey yolcu, beraber oturup ağlaşalım; Elemim bir yüreğin karı değil paylaşalım; Ne yapıp ye’simi(ümitsizliğimi) kahreyliyeyim, bilmem ki? Öyle dehşetli muhitimde dönen matem ki!... Ah! Karşımda vatan namına bir kabristan Yatıyor şimdi… Nasıl yerlere geçmez insan? Şu mezarlar ki uzanmış gidiyor, ey yolcu, Nereden başladı yükselmeye, bak, nerde ucu! Bu ne hicran-ı müebbed, bu ne hüsran-ı mübin… Ezilir ruh-i sema, parçalanır kalb-i zemin! Ey, bu toprakta birer na’ş-ı perişan bırakıp, Yükselen, ruhlar topluluğu! Sakın arza bakıp; Sanmayın: Şevk-i Şehadetle coşan bir kan var… Bizde leşten daha hissiz, daha kokmuş can var! Bakmayın, hem tükürün çehre-i murdarımıza! Tükürün: Belki biraz duygu gelir arımıza!
Tükürün cephe-i lakaydına Şark’ın, tükürün!
Kuşkulansın, görelim, gayreti halkın, tükürün!
Tükürün milleti alçakça vuran darbelere!
Tükürün onlara alkış dağıtan kahpelere!
Tükürün gavurların o hayasız yüzüne!
Tükürün onların asla güvenilmez sözüne!
Medeniyet denilen maskara mahluku görün:
Tükürün maskeli vicdanına asrın, tükürün!
Mehmet Akif ( Rahimehullah )
"HAKK'IN SESLERİ -1-"
“Onlara: “Yeryüzünde fesat çıkarmayın” denildiği zaman: “Biz ancak ıslah edici kimseleriz!” derler. İyi bilin ki; Gerçekten asıl bozguncular onların ta kendileridir, lakin farkında (bile) olmazlar.” (Bakara:11-12) Bir yığın kundakçıdan yangın görenler milleti, Şimdi inmiş zanneder mutlak şu müthiş ayeti! Ey vatansız derbederler, ey den’i kundakçılar! Milletin, az çok, duran bir dini, bir namusu var. Şimdi nöbet onların… Yansın da onlar, öyle mi? Tarumar olsun bütün bir Müslümanlık alemi! Ey, haya namında bir hissin vücudundan bile, Pek haberdar olmayan, yüzsüz, hayasız! Bak hele! Arkasından takla attın en den’i bir şöhretin; Düştü takken, çıktı cascavlak o kel mahiyetin! Bir külah kapmaksa şayet bunca hırsın gayesi; Kendi namusun olur er-geç onun sermayesi. Yoksa, namusuyla, vicdanıyla halkın oynama… Sonra kat kat nasiyenden sarkacak birçok yama! Bir kızarmaz çehre bulmuşsun ya, ey cani, “bürün”; Hem bütün dünyayı ifsad eyle, hem ıslahcı görün! Kendi ırzından cömert olmaksa kasd’ın eğer; Kendi malındır senin, hakkın tasarruf, kim ne der? Milletin, lakin ma’sum olan evladına, Verme bir melun temayül mübtezel mutadına(rezil alışkanlık) Biz ki her mevcudu yıktık, gayesiz bir fikr ile; Yıkmadık bir şey bıraktık… Sade bir şey: “Aile.” Hangi bir bünyanı mahvettik de ıslah eyledik? İşte viran memleket! Her yer delik, her yer deşik! Bunların tamiri kaabil… Olsa ciddiyet, sebat; Lakin, Allah etmesin, bir düşse şayet, ailat, En kavi kollarla hatta kalkamaz imkanı yok. Kim ki, kalkar der, onun hayvan kadar iz’anı yok! “Ailevi bir inkılap olsun!” diyen mey’us(kederli, ümitsiz) olur; Başka hiçbir şey kazanmaz, sade bir deyyus olur. Çünkü “çıplak” inkılabatın rezalettir sonu… Ey den’i kundakçılar, biz sizde çok gördük onu! Bir de halkın dini var, sık sık taarruzlar gören. Hale bak: Millette hissiyatı oymuş öldüren! Dini kurban etmeliymiş, mülkü kurtarmak için!... Tut da, hey sersem, bu idrakinle sen alim geçin! Hangi millettir ki fertlerinde yoktur hiss-i din? Başka kavimlere bir bak: Dini her şeyden metin. Düşme ey avare millet, bunların hızlanına; Vakıfız biz hepsinin pek muhtasar(kısa) irfanına: Şark’a bakmaz, garb’ı bilmez, görgüden yok vayesi(nasibi); Bir kızarmaz yüz, yaşarmaz göz bütün sermayesi! (Mehmet Akif-Rahimehullah )
"ALLAH BANA YETER O NE GÜZEL VEKİLDİR"
-O halde, dünya hayatını ahirete değişenler, Allah yolunda savaşsınlar. Kim Allah yolunda savaşır, öldürülür veya galip gelirse, biz onu büyük bir ecirle mükafatlandıracağız. -Size ne oluyorda; “Rabbimiz Bizi halkı zalim olan şehirden çıkar, katından bize bir dost ve yardımcı gönder.” Diyen zavallı çocuklar, erkekler ve kadınlar uğrunda ve Allah yolunda savaşmıyorsunuz? -İnananlar Allah yolunda savaşırlar, inkar edenler ise şeytan yolunda harbederler. Şeytanın dostlarıyla savaşın, esasen şeytanın hilesi pek zayıftır. (Nisa: 74-76) -İnkar edenler, eğer savaştan vazgeçerlerse, geçmişlerinin bağışlanacağını ve tekrar başlarlarsa evvelkilerin hükmünün uygulanacağını söyle. -Fitne kalmayıp, yalnız Allah’ın dini kalana kadar onlarla savaşın. Eğer vaz geçerlerse bilsinler ki Allah onların işlediklerini şüphesiz görür. -Eğer yüz çevirirlerse Allah’ın sizin dostunuz olduğunu bilin; O ne güzel dost, ne güzel vekildır. (Enfal: 38-40) Kadisiye günü Rebia bin Amir’in İran orduları başkomutanı; Rüstem’in “Siz buralara niçin geldiniz?” sorgusuna verdiği ölümsüz cevabı hatırlayalım: “-Allah bizi yer yüzündeki insanları kullara kul olmaktan kurtarıp bir tek Allaha kul etmek için gönderdi. Allah bizi insanları batıl dinlerin zulmünden İSLAM’ın adaletine ulaştırmak için gönderdi. Allah insanlara en son elçisini ve en son dinini gönderdi. Kim onun dinini kabul ederse ona dokunmadan döner yurdumuza gideriz. Kim karşı çıkarsa onunla iki hayr’dan birine ulaşıncaya kadar mücadele ederiz.Yani ya şehit olup cennete gidinceye; Yahut galip gelip gazi oluncaya kadar CİHAT ederiz.” -Allah’ın nurunu ağızlarıyla söndürmek isterler. Kafirler istemese de Allah nurunu mutlaka tamamlayacaktır. (Yoldaki İşaretler’den)
Kul Olmak Yetmez;"DOST" Olmak Lazım
- “O Allah ki sizi yeryüzünde halifeler kıldı ve verdiği nimetleri üzerinde sizi imtihan etmek için sizin birinizi diğerinize derece bakımından üstün kıldı.” (En’am: 65) Hayatıma yemin ederim ki, Hak Teala hizmetini can u gönülden yapmadıkça O’nun dostu olmaklığın mümkün değildir. O’nun dostu olduktan sonra sana ondan gelen ne olursa olsun hepsi lutufdur. Bu ister kahr, ister cefa olsun. Hepsi tatlı bir okşamadır. Halbuki gafillerin kendi istekleriyle kendi başlarına getirdikleri işler onların uyanıp Hakk’a dönme-lerine değil, gönüllerinin daha fazla tefrikaya düşmesine sebep olur. Onun için Hakk’a teslim ol. Kendi işinle O’nun işini birbirine karıştı-rıp şunu ben yaptım, şunu O yaptı deme. Nefsinin sıfatlarına tabi olma. Senin hicabın yine sensin. Sen bütün varlığınla kendi hicabınsın. Onun için, bütün varlığınla fani olmadığın müddetçe müşahedeye erdirilmeğe layık olamazsın. Çünkü nefs, azgın bir köpektir. Köpeğin derisi ise tabaklanmadıkça temiz olmaz. Nefsle mücahedenin gayesi nefsin sıfatlarının ifna(yok etmek) edilmesi-dir. Nefsin kendisinin ifnası(yok edilmesi) değildir. Çünkü nefs, devamlı havlayan bir köpektir. Ona sahib olabilmenin çaresi de riyazattır. (nefsin arzularına karşı kendini tutma) Hakk Teala Hazretleri kendi dostlarına bela libası(elbisesi) içinde gizli birçok lutuflarını göndermektedir. Mihnet(zahmet) libası içinde nimet vermektedir. Cenab-ı Hakk’ın hikmetlerinin acaib ve garaibi pek çoktur. Kader ve kaza esrarı beşerin zayıf aklının idrak edebileceği şeylerden değildir Şunu kesin olarak bilmek gerekir ki Peygamberlerin sünneti ve velilerin sireti (ahlak ve karakterleri) kazaya rızadan ibarettir. Dest-i kaza(kaza eli) seni yerde eritir, yok eder, yahut okşarsa Hakk dergahının kapısına otur, ağlama. Hadis-i şerifde; -“Allah Teala kulunu sevip dost edinirse kaza bulutlarıyla bela yağmur-unu yağdırır da yağdırır. Bazen de onu kovalarla döker.” buyurulmuşdur. Böyle yapar ki sadıkla kazib(yalancı), hakla batıl meydana çıksın. Muhabbet yüksek bir mertebedir. Hem de çok yüksektir. Bu davanın bürhanı(delili) belaya sabır ve kazaya rızadır. “Evvela sabır, sonra şükür.” ( Faslu’l Hitab Tercemesin’den )
Kavl(Görüş), Amel Ve İtikatta:"TARİKAT MEŞAYIHI"
Din büyükleri, yakin(şüpheden kurtulmuş) ehillerinin rehberleri zahiri ve batını ilimleri elde etmişler, Müslümanlık ahlakını en yüksek derecede yaşayarak kemale ermişlerdir. Onların akaidleri en doğru ve açık usulüyle meydandadır ki, “Kitab, Sünnet ve icma-ı ümmete” dayanır. Nakli ve akli delillerle te’yid olunmuştur. Bununla beraber bu yolun sultanları imanın tadını almış, vecd(şiddetli dini duygu ve heyecan hali) ehilleri ve keşf ehilleridirler. Hak Subhanehu ve Teala Hazretleri onlara o kadar lutfetmiştir ki; Onları kendine dost edinmiş, onlara her şeyin en güzelini vermiş, onları takvanın en yüksek derecesine yükseltmiş, kalplerini marifet nurlarıyla aydınlatmış; onlar da bütün masivayı (Allah’dan başka her şey.) terk ederek Allah’a yönelmişler, Allah’ın onlara verdiği “Nur” hicapları yırtıp kaldırmış, onların sırları Arş’ın etrafında cevelan eder olmuş, onlar masiva kayıtlarından kurtuldukları için azimet ehli olmuşlar, mü’minlerin hasları olma seviyesine gelip tahkike(hakikate) ulaşmışlar, bugüne kadar bu ali himmetleriyle ehl-i sünnet ve’l-cemaat mezhebini ve akaidini Kitab ve Sünnet ile te’yid edip bid’atcıların ve ehl-i delaletin iğvalarından((azdırma) ve saptırmalarından temiz tutmuşlardır. Hidayet semasının yıldızları olmuşlar, delalet şeytanlarını koğmuşlar, böylece Hakk yolunun saliklerini(yolcu) Kur’an ve Sünnete bağlamışlardır. Cenab-ı Hakk onları velayet nuruyla te’yid etmiş, onların doğruluğunu bizzat kendisi rahmet ve hikmetiyle mü’minlere göstermiş, mü’minlerde bu velilerimizden istifade etmişler, feyz almışlardır: - “Onlar o kimselerdir ki Allah onların kalblerine imanı yazmış, kendinden bir ruh ile de onları te’yid etmiştir.(desteklemiştir).” (Mücadele:22) Onlara düşmanlık eden veya haklarında kötü düşünen farkına bile varmadan helak olur. Çünkü onların üzerine titreyen bir Allah vardır. Onlar Allah’ın yardımına mahzardırlar. Onların gönüllerini Allah sevgisi sarmış bulunduğu için dünya dertlerinden ve bütün masivadan tamamen yüz çevirmişlerdir. Onların itikadlarının temizliği ve sağlamlığı nasiyelerinde(alınlarında) okunur. Ezeli inayet(yardım) onların imdadına yetişmiş olmakla inat, niza ve muhalefet damarları onların gönüllerinden çekilmiştir. Böylece onların gönülleri Cenab-ı Hakk’ın rahmet nazarlarına mahzar olmuştur. Bunu beyan için Cenab-ı Hakk: - “Onlar birbirleriyle muhalefet halinde olmağa devam edicilerdir. Ancak Rabbinin rahmet ve merhametine mahzar olanlar müstesna!”(Hud:118-119) diye bildirmiştir. Allah’ın tevfiki onların refikidir. Bunlar tefrika, düşmanlık, çekişme, muhalefet ve ihtilaflardan kurtuldukları için Allah’ın bütün mahlukatına şefkat ve rahmet nazarıyla bakarlar. Düşmanlık ve çatışma azabından kurtuldukları için Rasulullah -sallallahu aleyhi ve selem- onları “Fırka-i Naciye”, yani kurtulmuş fırka lakabıyla müşerref kılmıştır. Hadis-i şeriflerinde: - “Ümmetim yetmiş üç millete veya fırkaya ayrılacak. Bunların hepsi de ateşte, yahut cehennemdedir. Ancak birisi müstesna,” buyurmaları üzerine Sahabe-i Kiram: - O fırka hangisidir ya Rasulullah diye sorduklarında Rasulullah: - “Benim ve ashabımın olduğu yolda( istikamette) olanlardır ki o da Sevad-ı A’zamdır.” buyurmuşlardır. (Sevad-ı A’zam: Allah’ın emrini ayakta tutan, Rasulullah’ın sünnetine sımsıkı sarılan ve bu yolu her şeye rağmen terk etmeyenlerdir. Bunlar kıyamete kadar her cemaat içinde bulunacaklardır... (Şir’atü’l İslam’dan) İmam Gazzali -kuddise sirruh-, “El-Munkızu mine’d - dalal” kitabında kendi ilk hallerini anlattıktan sonra der ki: “Uzun bir müddet halvette kaldım, yani uzlet ettim. Bu zamanda bana öyle sırlar açıldı ki, onları anlatmak, derinliklerine inerek ifade etmek mümkün değildir. Mü’minlerin istifadesi için zikredebileceğim kadarı şudur: Yakinen anladım ki Allah yoluna hakikaten suluk edenler sufilerdir. Onların yaşayışları en güzel yaşayış, yolları en doğru yol, ahlakları en temiz ahlaktır. Dünyanın en akıllı insanları, en yetkin feylesofları onların hayat tarzından daha güzel bir hayat tarzı ortaya koymak için bir araya gelseler buna güç yetiremezler.” Din büyükleri tarikat hakkında özet olarak şöyle derler: Tarikatın ilk şartı kalbi temizlemek, yani kalbi masivadan, Allah’dan gayrı her şeyden tamamen temizlemektir. Namaza başlarken alınan tahrim yahut iftitah tekbiri ne ise bu da onun gibidir. Kalp masivadan tamamen sıyrılıp temizlenmedikçe Zikrullaha dalması mümkün olmaz. Seyr u sülukun sonu tamamen Allah’a vasıl olmaktır, yani fena fiş-şuhud’dur. (müşahade ve şahid olma) İmam Gazzali devamla diyor ki: “Kime böyle bir ders verilmemişse o kimse nübüvvetin hakikatini anlayamaz. Sadece ismini bilir, o kadar. Velilerin en son nail oldukları kerametler, hakikatte Nebilerin başlangıçtaki halleridir. Bu öyle bir haldir ki, yoluna gelen ancak zevkine varırsa anlayabilir Zevkine varamayan ise varanların sohbetine ihlasla devam edip söylenenleri anlamaya çalışsın. Bunlar hep tecrübe edilmiş şeylerdir. Onlarla oturan, meclislerine devam eden onlardan istifade eder. Buna böyle inanmak bu yolun saliklerinin anlayışıdır. Onlarla oturan asla şaki (bedbaht) olmaz.Onların sohbetlerine devam etmeyen kimse de onları bu husustaki bürhanlarla, ilahi delillerle anlamaya çalışsın. “Çünkü onların zahiri ve batını bütün hareketleri; Nübüvvet nurunun gösterdiği yolda devam etmektedir.Yeryüzünde ise Nübüvvet nurundan başka HİDAYET nuru yoktur.” (Faslu’l Hitab Tercemesinden)
"EFENDİM (S.A.V.)" - M. Necati Bursalı (Rahimehullah) -
"Alemler yaratıldı hürmetine Efendim Melek insan hayrandır sünnetine Efendim Sen Habib-i Hüdasın, mislin ve benzerin yok Ne kadar şefkatlisin ümmetine Efendim Adalet ve hürriyet seninle kemal buldu Bir kıl dahi geçmedi zimmetine Efendim Nice gözler vardır ki daha dünyada erdi Gül cemalini görmek nimetine Efendim Padişahlar kölendir, benim aklım ermiyor Senden uzak insanın cinnetine Efendim Alemde Bilal olmak herkesin kârı değil Aklı olanlar koşar minnetine Efendim Yüzün gülzar-ı cennet, nazarın kalbe şifa Sensin tabip beşerin illetine Efendim Yüce Allah katında şanın o kadar büyük Gönderildin “İbrahim Milletine” Efendim Kim ki seni tanımaz, sana bende olmazsa Bir nihayet yok onun zilletine Efendim Alemlere rahmetsin, müjdelerle geldin sen Güvercin kanat gerdi hicretine Efendim Vasfından aciz diller hiç bir söz kâfi değil Şanına, şerefine, izzetine Efendim Hep gıpta etmekteyim seni gören gözler Nasıl doydu vuslatın lezzetine Efendim Sendeki güzel sabrı hiç kimseler bilmedi Gülüp geçtin kavminin hiddetine Efendim Şu Necati hakirin derdi başından aşkın Dayanamaz hasretin şiddetine Efendim Taif’te ve Uhud’da bir lahza sarsılmadın Hep güvendin Allah’ın kudretine Efendim Gönlün göklerden geniş, ay nuruna pervane Cebrail vezir senin devletine Efendim Aşkına yanan kula artık mahzun olmak yok Gark eder hazreti Hakk rahmetine Efendim Seni bilmeyen kişi şu büyülü dünyanın Niye katlanır bilmem zahmetine Efendim Nebiler sana müştak yarın bu güzel ümmet Kuşlar gibi koşacak Ahmed’ine Efendim."
"Ormanda Büyüyen Adam Azgını;"
Ormanda büyüyen adam azgını Çarşıda pazarda insan beğenmez Medrese kaçkını softa bozgunu Selam vermek için kesan(kişi) beğenmez. Alemi ta’n eder yanına varsan Seni yanıltır bir mesele sorsan Bir cim çıkmaz eğer karnını yarsan Camiye gelir de erkan beğenmez. Elin kapısında kul kardaş olan Burnu sümüklü hem gözü yaş olan Bayramdan bayrama bir traş olan Berbere gelir de dükkan beğenmez. Dağlarda bayırda gezen bir yörük Kim tımar sipahi kimi ser bölük Bir elife dili dönmeyen hödük Şehristana gelir de ezan beğenmez. Bir çubuğu vardır gayet küçücek Zum-ı fasidince keyif sürecek Kırık çanağı yok ayran içecek Kahvede fağfuri fincan beğenmez. Aslında neslinde giymemiş hare İş gelmez elinden gitmez bir kare Sandığı gömleksiz duran mekkare Bedestene gelir de kaftan beğenmez. Kazak Abdal söyler bu türlü sözü Yoğurt ayran ile hallolmuş özü Köyden şehre gelen bir köylü kızı İnci yakut ister de mercan beğenmez. (Kazak Abdal)