1 Kasım 2009 Pazar
"YARINKİ TÜRKİYE" Nurettin Topçu (Rh.a.)
Yarınki Türkiye'nin kurucuları;”Yaşama zevkini bırakıp yaşatma aşkına gönül verecek, sabırlı ve azimli, lâkin gösterişsiz ve nümayişsiz çalışan, ruh cephesinin maden işçileri olacaklardır. Bu ruh amelesinin ilk ve esaslı işi, insan yetiştirmektir. Hünerleri hep fedakârlık olan bu hizmet ehli gençler, hizmetlerinin mükâfatını da hizmet ettikleri insanlardan beklemeyecekler, sonsuzluğa sundukları eserin sesinin akislerini yine sonsuzluktan dinleyeceklerdir.” Yarınki Türkiye'nin kurucuları;”Millet ve cemaat uğrunda fedakârlıklar kabullenenlerin artık bulunmadığı cemiyetimizde, muhtelif sîmâda insanları şahıslarında birleştireceklerdir. Onlarda Yunus-Yavuz'la birleşecek, Sinan-Âkif'e uzanacak, Ebu Hanife-Hüseyin Avni'yi tebrik edecektir. Ve onların eseri olan yarınki Türkiye, şu temellerin üstünde kurulacak: Anadolu'nun toprağından kaynayan bir kan, cemaat için harcanan emek, bin yıllık bir tarih, otoriteli bir devlet ve ebedî olduğuna inanmış bir ruh!”
"BEKLENEN NİZAM" <İslam Tefekkürünün Genel Kurmayından;> Necip Fazıl (Rahimehullah)
“Bütün Garb alemini; Türkün ve onun ruhi idaresinde bütün Asyalıların gözüne tılsımlı bir umacı gibi görünmekten çıkaracak bir nizam… Garb alemini; (Rönesans)’dan beri sadece aklın fetih hakkını kullanmış ve eşyayı cezbetmiş bir müspet bilgiler teşekkülünden ibaret gösterecek ve başka bir tarafına inanmayacak bir nizam… Avrupalının; ruh planında taklide değer hiçbir kıymeti bulunmadığını meydana çıkaracak bir nizam… Ve mevcut garp bilgilerini maharetle aparıp onları ehliyetle Türk’e mal edecek bir nizam…” “Ruhumuzu dayadığımız Mukaddes ölçülerin hem düşmanlarına, hem de dost görünüp bu ölçüleri anlamayan ham yobaz bozuntularına hayat hakkı tanımayacak bir nizam… “Edebiyatı, fikriyatı, sinemayı, tiyatroyu, hatta ilmi bile mutlaka milli şekilde verimlendirecek bir nizam… Bunlar bir kere millileştikten sonra da onları beynelmilel çapa ulaştıracak bir nizam…” “Kerhane, meyhane, kumarhane ve bütün rezalethanelere “paydos!” diyecek bir nizam…” “Türkiye’de tek bir kahve köşesine bile izin vermeyecek ve saatte 70. milyon kilovat çapındaki milli enerjiyi tasarruf edecek bir nizam…” “Çoraptan serpuşa, harften binaya, muaşeret edebinden bütün ifade şekillerine kadar (plastik) planda şahsiyetin ne demek olduğunu meydana çıkaracak bir nizam…” “Adam öldüreni hemen öldürecek, hırsızlık edeni bir daha edemez hale getirecek; ve bütün ictimai münasebetlerinde ferde öz evinden daha emin sığınaklar gösterecek bir nizam…” “Dava adamlarının nasıl çalışacağını belirtecek; ve en büyük göz mütehassısını en şiddetli trahom(bulaşıcı göz hastalığı) mıntıkasında hayatını feda etmeye zorlarken, en büyük terbiyecinin de en hücra köyde bir jandarma erinden farksız yaşamasını sağlayacak bir nizam…” “Memlekette tek bir sahipsiz çocuk, tek serseri, tek işsiz, tek özürlü bırakmayacak ve hiç olmazsa bunları göz planından sürecek bir nizam…” “Ve nihayet halkın nefsaniyetini değil, Hakkı razı edecek ve Kurultayının büyük duvarına “HAKİMİYET HAKKINDIR!” düsturunu kazıyacak bir nizam…” “Nizamların nizamı olan düzen, iki heceli ve beş harfli bir isim taşır: İSLAM…”
"DERİN VE GERÇEK MÜSLÜMAN" Necip Fazıl (Rahimehullah)
“İslam İnkılabını, fikir planında, yalnız gerçek ve derin Müslüman temsil edebilir.” “Gerçek ve derin Müslüman nedir; gerçek ve derin Müslüman ne olmaktır? İşte bütün mesele! Bu, meselelerin meselesini şu anda toplu olarak ele alırken, onu kısım kısım çerçevelemek borcunu da yükleniyoruz.” “Gerçek ve derin Müslüman’ın üç cephesi vardır: ŞERİAT, TASAVVUF ve bunların hikmetlerine nüfuz ehliyetinde şahsi RUH VE AKIL…” “Bu cepheleri şu anda bir bütün ve terkip tamamlığı halinde mütalaa edecek olursak, hüküm şöyledir: Başta mutlak ve sabit ölçüler manzumesi Şeriat olmak üzere, her şey, alttaki üsttekine tabi olarak bu üç hakikat planını yerine getirmekten ibarettir.” “Demek ki, gerçek ve derin Müslüman, basit riyazi ifade çerçeveleri içinde her biri sonsuz sırların işareti, bütün cemiyet ve hakikat ölçülerinin anası ve mizanı olan Şeriatı, dava ve gayenin ruhu; onun batını olan Tasavvufu da, alemin ve insanlığın kemal sırrını saklayıcı hazine bilecek ve onları ruhunda çalkalayıp mayonezin yumurta, zeytinyağı ve limondan ibaret üç unsuru gibi tam bir ahenk içinde tutacaktır. “Öyle ki, baştan başa eşya ve hadiseler planına hakim ve yeryüzünü maddi-manevi bütün mevcutlarıyla kalbur içinde eleyici bir kudrete sahip, gerçek ve derin Müslüman, hikmet ve hakikatin (stratosfer) ine yükselirken, Şeriat ve Tasavvuftan ibaret sağlı ve sollu kanatlariyla, bu kanatların ortasında ileriye doğru uzanmış bir idrak ve tefahhus cihazı kafasından ibarettir. Fakat uçuran, yükselten ve erdiren birbirinin tamamlayıcısı ve gerçekleştiricisi halinde Şeraitle-tasavvuf; uçurulan, yükseltilen ve erdirilen de şahsi ruh ve akıl…” “Gerçek ve derin Müslüman, dünya ve insan kadrosunun bütün iş ve fikir muhasebesini muvazeneleştirmiş, zimmet ve matlup(talep edilen) sütunlarını tam bir sıhhat ve mutabakatla karşılıklı mizana sokmuş, yapılacak ve yapılmayacak her şeyi tesbit etmiş, bütün istikametleri keşfetmiş ve işaretlemiş, bu hayatın yaşanmak zahmetine değer bütün kıymetlerini tablolaştırmış, her unsurun gaye ve memuriyet sırrına ermiş, idrak ve tekevvun(yaratılma) çilesini nihai hassasiyetle doldurmuş, frenklerin (sajes) dediği nihai vecd, zarafet, huzur ve sükuna varmış; Kısaca, insan başının sümüklüböcek kafasından ayıran tek haysiyetle varoluş sırrının bütün şubelerini kahramanca kucaklamış, planlaştırmış ve bunun insan cemiyetini teşkilatlandırmış, kamil insan örneğidir. Bunun niçin böyle olduğu da, gerçek ve derin Müslüman’ın kısım kısım hüviyeti tayin edilirken görülecek, İslam İnkılabını yalnız onun temsil edebileceği anlaşılacaktır.”
"ANADOLUCULUK" Necip Fazıl (Rahimehullah)
“Anadolu… Türkün, gerçek ruh muhtevasını bulur bulmaz seyyarlıktan sabitliğe geçtiği ve ruh vatanıyla içiçe yeryüzü vatanını kurduğu büyük mana çerçevesi…” “Anadolu… Kıtalar arası tarihi hesaplaşmaların geçit meydanı, medeniyetlerin sergi evi, mahrem ve muazzam Asya’nın, Avrupa’ya bakan cumbası…” “Anadolu… Putların ve salibin binbir cümbüşü arkasından kendisini topyekün Hilale teslim eden ve onun davasını bütün dünyaya şamil bir aksiyon halinde güden asli ve asil unsur kadrosu…” “Ve nihayet Anadolu… Tarih boyunca cihanın en büyük mana ve madde imparatorluğuna dayanak vazifesini gördükten sonra, dört asırdır öksüz, mazlum, harap ve mahrum yaşayan; Bir asırdan beri de ihanetlerin en acıklısına uğrayan, derken ananevi tahammül ve tevekkülünün üstünde ruh eşkiyasının çatı kurduğuna şahit olan misilsiz çile ve işkence arsası...” “Halbuki Anadolu; Şehidler toprağı, gaziler bucağı, veliler ocağı…” “Nihayet Anadolu, her taşında bir Yunus Emre’nin oturduğu, her yolundan bir Yunus Emre’nin geçtiği, Hakk aşıklarının yurdu ki, minareleri, evleri, rüzgarları, ırmakları, kağnıları ve kalpleri hep “Allah Allah!” sesleriyle uğuldamakta…” “Böyleyken Anadolu; Suları bile “Allah deyu deyu” akarken, tam 90. yıldır kendi iradesiyle başa geçtiğini iddia eden istismar idarelerinin esiri olmak gibi, hayal ve efsaneye sığmaz bir gözbağcılığın, hokkabazlığın zebunu…” “Anadolu’nun yine 90. yıldır beklediği, böyle bir Anadoluculuk görüşü ona; kendi kendisini, kendi ukdesini, kendi kökünü göstermeye, kendi özünü ve yemişini kıymetlendirmeye, sırlarını çözmeye ve dostlarıyla düşmanlarını tanımaya memur, büyük fikir hamlesidir.” “Suları bile “Allah deyu deyu” akan vatanın, o mukaddes emanet çerçevesinin “Harim-i İsmet” inde, Anadolu düşmanlarını boğacak şuura yükselmedikçe, bilerek veya bilmeyerek, firavunların ehramlarına taş taşıyan esirlerden farksız yaşayacaktır. “Harim-i İsmet” imize kötülüğü sokanların aynı “Harim-i İsmet” de boğulmasıyla, Anadolu’nun ve Anadolu ruhunun büsbütün boğulması arasın da ihtimal payı olarak hiçbir mesele kalmamıştır. “Olmak mı, olmamak mı; İşte bütün mesele!.” “Annelerin gittikçe unutkan, habersiz ve nebat(bitki) hayatına namzet yavrular doğurduğu ve aziz manaların gittikçe ışıkları sönük bir liman gibi arkada kaldığı bu hengamede, sahipsizliğine rağmen ulvi bir sezişle hakkı gördüğünü bir şekilde belli etmiş bulunan Anadolu, elbette ruhi istiklal kahramanını içinden fışkırtacaktır. Onu bulması için, şuna veya buna bağlanması değil, mücerret bir hasretle yanması, yeter! Sadece şuur!...” “Hasret, vuslatın yarısıdır. İste ki olsun!”
"BÜYÜK DOĞU" Necip Fazıl (Rahimehullah) - İnkişaf'dan; -
“Doğuş olmaya doğuş… Doğu olmaya Doğu… En doğrusu; Doğunun doğuşu…” “Doğudan fışkırmış, Doğunun gerçek ruhuna ermiş, onu örnekleştirmiş, nefsinde halkalamış,
Batıya doğru yürütmüş, handiyse batıyı devirecek hale gelmiş;
sonra kabuk üstü donup kalmış, yeni zaman yemişlerine can verecek kök feyzini emmekten uzak yaşamış, ”doğurucu - yaşatıcı aşk ve çile” dairesinden kayıp çıkmış,
Hikmetini kaçırdığı şekillere incisiz istiridye kabukları gibi tutunmaya çalışmış;
ve sonra; doğan ve gelişen batının karşı saldırışları önünde topyekûn Doğuyla beraber gerilemiş, geriledikçe gerilemiş,
bir uçurumdan öbür uçuruma sürüklenmiş, fakat sukutun dibini boylamış, gizli bir bünye sırrı yüzünden hastalığa dayanmış, apışmış ve donmuş,
devir devir sahte ve gülünç kurtuluş hareketlerine şahit olmuş,
nihayet büsbütün tasfiye vaziyetine düşmüş,
bir şahlanışta; kendisini yalnız mekân çerçevesinde kurtarabilmiş,
derken işin satıh ve maddede en dizginsiz “Garp taklitçiliğine” ve “öz kök alâkasızlığına” döküldüğünü görmüş,
zaman çerçevesindeyse bir türlü kurtarıcısını bulamamış bir millet olmak şuuruna sımsıkı bağlıyız.”
Batıya doğru yürütmüş, handiyse batıyı devirecek hale gelmiş;
sonra kabuk üstü donup kalmış, yeni zaman yemişlerine can verecek kök feyzini emmekten uzak yaşamış, ”doğurucu - yaşatıcı aşk ve çile” dairesinden kayıp çıkmış,
Hikmetini kaçırdığı şekillere incisiz istiridye kabukları gibi tutunmaya çalışmış;
ve sonra; doğan ve gelişen batının karşı saldırışları önünde topyekûn Doğuyla beraber gerilemiş, geriledikçe gerilemiş,
bir uçurumdan öbür uçuruma sürüklenmiş, fakat sukutun dibini boylamış, gizli bir bünye sırrı yüzünden hastalığa dayanmış, apışmış ve donmuş,
devir devir sahte ve gülünç kurtuluş hareketlerine şahit olmuş,
nihayet büsbütün tasfiye vaziyetine düşmüş,
bir şahlanışta; kendisini yalnız mekân çerçevesinde kurtarabilmiş,
derken işin satıh ve maddede en dizginsiz “Garp taklitçiliğine” ve “öz kök alâkasızlığına” döküldüğünü görmüş,
zaman çerçevesindeyse bir türlü kurtarıcısını bulamamış bir millet olmak şuuruna sımsıkı bağlıyız.”
"İSLAM İNKILABINDA MİLLİYET GÖRÜŞÜ;" Necip Fazıl (Rahimehullah)
“İslam inkılabında milliyet görüşü; kendisini sahte milliyetçiliklerin yerine tersine; zarf değil mazruf, kab değil muhteva, madde değil ruh, mekan değil zaman işi telakki eder.” “İslam inkılabında milliyet görüşü; Türk’ü fırlak kemikler, çekik gözler, dar alınlar ve kirpi saçlar kadrosunda, yani hor ve kaba madde planında aramaz.” “İslam inkılabında milliyet görüşü; her şeyi ana ruh vahidine bağladıktan sonra, o ruh vahidini en iyi aksettiren yahut en iyi aksettirmeye memur olan zarf, kalıp ve madde ölçüsü olarak da (daima bu kayıt altında) kendi milletini mecnuncasına sever.” “İşte Gaye -İnsan ve Ufuk- Peygamberin(s.a.v.) “Kişi kavmini sevdiği için suçlandırılmaz!” mealindeki muazzam Hadisinde, dışarıdan ve ilk bakışta o kadar kolay sanılan namütenahi(sonsuz) derin manaya bir yol; ve hudut içinde hudutsuz milliyetçiliğe bir işaret!...” “İslam inkılabında milliyetçilik görüşü; Müslümanlıkla mahdut o sınırlı milliyetçiliktir ki, bu sınırın en küçük mikyasına kendisini hudutsuz ve başıboş bilen hiçbir milliyetçilik ulaşamaz, ve böyleleri bizimle uyuşamaz.” “Tıpkı Şeriate baş kesmekle, onun yasak etmediği sahalarda hudutsuz bir salahiyet ve memuriyete kavuşan akıl gibi, İslam inkılabının milliyetçiliği de, topyekün insanlık kadrosunda ruhun kaynağını Müslümanlık olarak kabul ettikten sonra, o ruhu taşımaya, renklendirmeye, mizaçlandırmaya karşı liyakat ifadesi bakımından bütün kavimler arası yarışmada üstünlük mefkuresinden ibarettir.” “Böylece İslam inkılabında milliyet mefkuresi, ırk, kavim ve soy ifadesiyle de Peygamberin’e(s.a.v.) layık olma cehd, gayret ve müsabakasının eseridir ki, her türlü ırk ve kavim sınırını kuşatan ve aşan Müslümanlığı incitmek yerine şad edecek; ve ana ölçüye bir kere bağlandıktan sonra en ileri haklara kadar kazanıcı izinli milliyetçiliğin ta kendisi olacaktır.” “İslam inkılabında, Şeriatle hudutlu akıl, hakikatte nasıl hudutsuz aklın ta kendisiyse, yine onunla hudutlu milliyetçilik de, hakikatte hudutsuz milliyetçiliğin ta kendisidir.” “Hudut içinde hudutsuzluğa çıkmanın girift sırrından nasip almış olanlar, mücerret ve münhasır milliyetçilik alevine gaz ve fitil ahengi verecek ve onu Şeriat şişesinin içinde en ileri ışığa kavuşturacak sistemin de, derin ve gerçek Mü’min anlayışıyla İslam inkılabına bağlı milliyetçilik görüşünde olduğuna inansın!...” “Milliyetçiliğin, bu ölçü dışında bütün alevli tezahürleri, yalnız gövdeleri yakıp kül eden dar ve hasis bir nefsanilik, ham ve yobaz bir putçuluktan başka bir şey değildir.” “Allah ve Rasulünün en çok sevdiği, yahut en çok seveceği, yahut da en çok sevmeye memur edeceği için Türk’ü sevmek, onun şahsi ve kavmi ruh hazinesini bu aşk zemininin üzerine serpiştirmek ve bütün zaman ve mekan boyunca bu ruhu geliştirmek, kalıplaştırmak, billurlaştırmak ve maddeye nakşetmekten ibaret olan üstün milliyetçilik, ruhi muhteva dışı ırk ve kavim sebebine değil, ruhi muhteva içi ırk ve kavim neticesine bağlı o mefkuredir ki, usul ve sistemini de her millete veren, böylece darlık ve hasislik çemberini kıran, dünya çapında bir yenilik belirten ve hudut içinde hudutsuzluğa ulaşan büyük oluşun en gerçek yapıcısıdır.”
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)