“Doğuş olmaya doğuş… Doğu olmaya Doğu… En doğrusu; Doğunun doğuşu…” “Doğudan fışkırmış, Doğunun gerçek ruhuna ermiş, onu örnekleştirmiş, nefsinde halkalamış,
Batıya doğru yürütmüş, handiyse batıyı devirecek hale gelmiş;
sonra kabuk üstü donup kalmış, yeni zaman yemişlerine can verecek kök feyzini emmekten uzak yaşamış, ”doğurucu - yaşatıcı aşk ve çile” dairesinden kayıp çıkmış,
Hikmetini kaçırdığı şekillere incisiz istiridye kabukları gibi tutunmaya çalışmış;
ve sonra; doğan ve gelişen batının karşı saldırışları önünde topyekûn Doğuyla beraber gerilemiş, geriledikçe gerilemiş,
bir uçurumdan öbür uçuruma sürüklenmiş, fakat sukutun dibini boylamış, gizli bir bünye sırrı yüzünden hastalığa dayanmış, apışmış ve donmuş,
devir devir sahte ve gülünç kurtuluş hareketlerine şahit olmuş,
nihayet büsbütün tasfiye vaziyetine düşmüş,
bir şahlanışta; kendisini yalnız mekân çerçevesinde kurtarabilmiş,
derken işin satıh ve maddede en dizginsiz “Garp taklitçiliğine” ve “öz kök alâkasızlığına” döküldüğünü görmüş,
zaman çerçevesindeyse bir türlü kurtarıcısını bulamamış bir millet olmak şuuruna sımsıkı bağlıyız.”
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder