21 Aralık 2009 Pazartesi

"Hicri Veya Miladi Ne Farkeder?" Diyenlere;

Müslüman abdestli olmayı silahlanmak sayar. Yani, bizim böyle silahlarımız; karşı silah üretilemeyecek, onlar karşısında kendi cinsinden silah üretemedikleri silahlarımız var.
Biz Müslüman olmamız hasebiyle öyle silahlara sahibiz ki düşmanlarımız onları etkisiz kılacak karşı silah üretemiyorlar. O yüzden hep avantajlı durumdayız. Bu bilhassa hicretten beri böyle.
Halihazırda biz üstünlüklerini inkar etmiş bir toplumuz.
Bizim hicri takvimi terk etmemiz şerefimizi inkar etmemiz anlamına gelir.
Çünkü, bakın bir miladi takvim var. Milat olarak İsa Aleyhisselam’ın doğumunu… Biz İsa Aleyhisselam diyoruz ama onlara göre Tanrı’nın tarihe girişidir. Yani, normal olarak Tanrı tarihe girmiştir. ‘Bunu sıfır yılı kabul etmeyeceğiz de ne yapacağız’ diyorlar. ‘Tanrı dünyayı o kadar çok sevdi ki biricik oğlunu oraya gönderdi.’ Bu İncil’den bir cümle. Şimdi bu …lar miladi takvim yapmışlar ondan sonra bakmışlar ki sıfır olarak kabul ettikleri yılda İsa Aleyhisselam dört yaşında.
Yani, böyle bir şey. Tetkik sonucunda ortaya çıkıyor. Böyle bir takvimi var onların. Her bakımdan başarısız bir takvim. Şu anda Gregoryan takvim kullanılıyor fakat ondan önce Juliyan takvimi kullanılırdı. Ve onu en son terk eden İngiltere ve Rusya’dır. Bu yüzden Rusya’da Kasım ayında vuku bulmuş ihtilâle “Ekim Devrimi” denir; Güney Almanya’daki “Oktober Fest” Eylül ayı içinde kutlanır.
Yani böyle ...ak bir takvim.
Biz bunu hicri takvimin yerine koyduk. Hicri takvimin üstünlüğü daha dakik olması bakımından değil Mekke’den Medine’ye hicretin sıfır kabul edilmesi yüzündendir. Ne demek?
Yani, biz Allah’a kulluğun üstünde hiçbir değerin yer almadığı hakikatini, insani değer kabul etmiş olmamızın, en belirgin, en bariz noktasını sıfır noktası kabul ediyoruz.
Hicret dediğimiz olay Resulullah’ın davasından vazgeçmemesi üzerine cereyan etmiş bir olaydır. Yani, ona Mekke’nin ileri gelen müşrikleri dediler ki: ‘Kadın istiyorsan en güzellerinden seç al, eğer servet istiyorsan aramızda toplayıp sana verelim, eğer reislik istiyorsan bundan sonra senin sözünden hiç çıkmayalım; yeter ki La İlahe İllallah Muhammed en Resulullah davasından vazgeç.’ O ne dedi: ‘Bir elime ayı, bir elime güneşi verseniz davamdan vazgeçmem.’ Hicret bu sebatın sonucudur. Yani Allah’a kulluğun insanın varabildiği en yüksek şey olduğunun tescilidir.
Çünkü, Mekke müşrikleri ne Mekke’de yaşamalarına ne de Medine’ye Hicret etmelerine göz yumuyorlardı. Yani, Hicret bu derece vahim bir şeydi.
Yani, biz en azından rıza göstermediğimizi, küfre boyun eğmediğimizi, küfrün hiçbir yönü itibariyle istifadeye mazhar olmadığını söyleyen bir pozisyonu aldığımızda oraya buraya saldırmamıza, şuna buna taş atmamıza lüzum yok. Sahip çıkacağımız bu hicrettir işte. Yani, Müslüman’a mahsus alandan daha kıymetli bir şey tanımamak… Müslüman’a mahsus alan Medine’de temin edildi; ama hicretin manası bundan, yani Müslüman olarak yaşamanın tecavüzden masun kılınmasından ibaret de değil, gerçi Habeşistan’a Mekke’deki zulümden rahatsız olup giden insanlara da muhacir denildi gerektiğinde; ama muhacir bilhassa Mekke’den Medine’ye gidendir.
Neden? Çünkü Mekke’den Medine’ye biz gittiysek, Mekke’yi fethetmeye gittik. Yani, biz çıkarıldığımız yere geri dönmek üzere yerimizi değiştirdik. O bakımdan Türkiye topraklarının çok önemi var. Hani ‘canım işte Batı Trakya’yı vermişler, şimdi de Hatay’ı versek ne olur’ diyenler var ya, onların söz hakkı diye bir şey yok artık. Bizim için Türkiye Cumhuriyeti’nin 1939’daki sınırları esastır. Aslında millet olarak neyi içeride, neyi dışarıda bıraktığımızın ifadesini 1922 sınırları olarak da kabul edebiliriz; ama Türkiye Cumhuriyeti’nin 1939’daki sınırları Müslüman bir geleceğin güvence altına alındığı gerçek sınırlar anlamını taşır. Yani, Türkiye Cumhuriyeti Devleti sınırları dahilinde olmak İslami bir geleceğin imkanı dâhilinde olmamızın ispatıdır...
İstiklal Yürüyüşleri-4 / 29 Kasım 2008 – İsmet Özel