8 Ocak 2008 Salı

Suya Sabuna Dokunmamak!


Türkçe deyimler arasında yer alan “suya sabuna dokunmamak” bir yandan insanın bulaşmaz kalması tavsiyesini akla getiriyor; ama öte yandan pis kalmayı, pisliği olduğu gibi bırakmayı, dünyanın kiriyle baş etme çabasından uzak durmayı öneriyor.

Öyle ya, suya sabuna dokunursak ya kendimizi, ya kendimize ait bir şeyi temizleyip arıtma veya kendimizin dışında olsa bile elimizin ulaşabileceği bir şeyin temizlenmesine emek harcama sürecini başlatmış olacağız. Buna karar verdik diyelim. Madem suya sabuna dokunmamak dünyadaki kirli işlerin devamını kolaylaştırıyor ve bizim gönlümüz de bu edilgin(pasif) konumun doğurduğu suçu yüklenmeye razı değil; o halde suya da sabuna da dokunacağız. Acaba su ve sabun onlardan beklediğimiz sonucun elde edilmesine kâfi gelecek mi?
Yoksa suya sabuna dokunur dokunmaz temizleme ve temizlenme fırsatını büsbütün kaçıracak mıyız?

Dünyada pis işler dönüyor. Eğer gemisini kurtaran kaptan düşüncesiyle hareket etmeye kalkışır ve oynanan oyundaki sayı yapan elemanlardan biri olmaya çabalarsak bizim de bu pis işler içine dalmaktan başka bir çaremiz olmadığını göreceğiz. Yok eğer, sayıyı kim yaparsa yapsın, dünyada dönen kirli işlere bir yenisini biz kendi elimizle ilâve etmeyelim demişsek, işte o zaman suya sabuna dokunmadan hayatımızı idame ettirmenin bir yolunu aramayı seçmiş olacağız. Diyelim ki seçtiğimiz bu tutum bizi cinayet işlemekten alıkoydu.
Yine de bizim cinayete seyirci kaldığımız gerçek değil mi? Dünyada pis işler döndüğünü bilmeseydik kimsenin tavuğuna kışt demeden yaşıyor olmanın gönül ferahlığını duyabilirdik. Halbuki bizim kışt demediğimiz o tombul tavuk yetimin hakkı olan daneleri bizim duyarsızlığımızdan, bizim aldırışsızlığımızdan, bizim yumuşak başlılığımızdan ötürü gövdeye indiriyor.

Ne yapalım? İki pislikten biri içinde bulunmak açmazına mı düştük? Dünya hayatı içinde önemli bir yer sahibi olmak istiyorsak bunu kendi elimizden bazı pislikler sâdır olmadıkça yapamayacağız. Çünkü bize koşulan ve bizim de kabullendiğimiz şartlar öyledir ki dinsizin hakkından ancak imânsız gelebiliyor. İmânımızı feda etmeye yanaşmadığımız için dinsizin egemenlik alanını günden güne genişletmesi karşısında sesimizi çıkarmıyoruz.
Yani elimizi pisliğe bulaştırmadan yaşamanın yolu çirkefin olduğu yerde kalmasına ve gelişmesine rıza göstermekten geçiyor.

Demek ki mesele bize koşulan şartlarda ve bizim onları kabul edişimizde; daha doğrusu bize şart koşulmasına fırsat verecek bir hayattan başkasını bilmeyişimizdedir. Hakikat şu ki açmaz sadece “Ahiret” yurdunun hayrına bigâne(ilgisiz) kalanlar içindir.
Dinsizin hakkından gelmek diye başlı başına bir işlev icat edenler onlardır ve onlar dinsizin hakkından gelinse de gelinmese de imân edenlerin birbirleri için değer ve önem sahibi olduğunu bilmezler.

(Gerçek Hayat, 14 Şubat 2003 tarihli Cuma Mektubu- İsmet Özel)

Hiç yorum yok: