4 Temmuz 2008 Cuma

"AĞZINDA GEVELEME; TÜRK MÜSÜN, GAVUR MUSUN; ÇABUK SÖYLE!" -2-

Bu soru sana da, bana da, ötekine de tarihten kaldı. Bizi, hepimizi, her birimizi bu soruya cevap vermeye tarih zorluyor. Ben tarih’i takmam, tarihin canı cehenneme demeye kalkışırsan, bilesin ki asıl senin canın cehenneme yönelmiştir ve belki yarı yolu kat etmiştir bile. Bu kadar kesin nasıl mı konuşuyorum? Şimdi anlayacaksın: Dünya sistemi dediğimiz hegemonya dizgesi Türklüğe ve gavurluğa ilişkin sözlerin ağızda gevelenmesinden yarar umuyor. Ve hayatımızın İslamiyet’le ne kadar mukayyet (kayıt altında) olduğunun fark edilmemesi için elinden geleni ardına koymuyor. Senin kafanı Türk mü, gavur mu olduğun konusunda ne kadar çok bulandırırlarsa sistemin çarkları o kadar gıcırtısız dönüyor. Türkiye’de yaşayan birçok insan Türklük ve gavurluk arasında bir duvar saatinin sarkacı gibi gidip geliyor. Şimdiye kadar hep “saat işlesin, sarkaç gidip gelsin” diyenler duruma hakim oldular. Onların hakimiyetiyle Türkiye batağa saplandı. Bataktan kurtuluş ancak sarkaç halinin terkiyle mümkün olabilir. “Ya Türklükte yahut gavurlukta karar kılınacak.” Karar; doğurduğu sonuçlarla birlikte üstlenilecek. Haçova Meydan Muharebesi’yle başlayan “Türklük” yani “Haçlı ordusu karşısında uğradıkları bozguna son verdikleri için muzaffer olan Müslümanların kendilerine seçtikleri kimlik tecrübe edilen bunca iksirden sonra bugün artık BİLLURLAŞMALI, BERRAKLAŞMALIDIR.” Neden buna ihtiyaç vardır? Bilhassa şundan: ”Besbelli ki senin, benim, ötekinin Türklüğü ve gavurluğu ortaya zihin bulanıklığı çıkarmaya devam ederse şimdinin felaketlerini daha büyük felaketler takip edecektir.” Gavura gavur diyemediğin zaman Türk’e de Türk diyemezsin. “Bu dilsizlik şartı gavurun gavurluk yapmasını engellemez; ama aynı şart karşı tarafın (Türk’ün) elini kolunu bağlar.” Berraklıktan mahrum kalındığı zaman bırakın Türk’ün Türklük yapmasını kendinin Türk olarak adlandırılması hususunu bile yerli yerince anlamlandıramaz. Anlam peşindeyiz. Ben senin Türk mü, gavur mu olduğun konusunda itminan sağlamanı (emin olmanı) kolaylaştırmak istiyorum. “Bombayı gavur kaçıncı defa savurduysa kime savurdu?” , “Kılıcı gavur aralıksız salladıysa kime salladı?” , “Türk’e mi, bir başka gavura mı?” , “GAVURUN ELİNDEN EKMEK YİYEN ELİNDE Kİ KILICI KENDİ HESABINA SALLAYABİLİR Mİ?” , “Gavurun kılıcını sallayan, Türklükten çıkmış mı olur?” Tarih bütün bu soruların cevabını içinde barındırıyor. Etnoloji (kavmiyet bilimi), antropoloji (insan bilimi), giderek sosyoloji bu ve bu türden sorulara cevap bulmaktan acizdir. Bilinç ve istem (şuur ve irade) olmaksızın tarihin meşguliyet alanına giremeyiz. Hem başlangıcımızı, hem de sonumuzu tarihin meşguliyet alanında buluruz ve elbette kendimiz için “iyi” bir son olsun isteriz; ama bundan da önemlisi herhangi bir “sonumuz” olmasıdır. Varlığına son verilmesinin kayda değer sayılmadığı insanlardan olmak varlık alanına hiç çıkmamak demektir. Tanımı gavurlar tarafından getirilmiş bir Türklük, o tanımı getirenlerin gerek duydukları yer ve zamanda istedikleri biçime sokabilecekleri bir Türklüktür. Alçaltılmış bir kavramdır. Buna mukabil, tanımı Türklüğü tercih etmiş olanlar tarafından getirilmiş “Türklük” dünyaya yön verecek bir yetkinin ele geçirilmesi anlamına varır. Peşine düştüğümüz anlam budur. Kimdir Türklüğü tercih etmiş olan?: ”KÜFFARIN KURDUĞU DÜZENİN YERİNİ İSLAM DÜZENİNİN ALMASI UĞRUNA ÇATIŞMAYI GÖZE ALAN HER KİM İSE O, TÜRKLÜĞÜ TERCİH ETMİŞ OLUR” Miladi takvimdeki 1071 tarihi bu bakımdan en önemli dönüm noktasıdır. Bu noktadan itibaren ideal olarak gözümüzde büyütmemize gerek olmayan; ama İslam düzeninin kafir tasallutundan masum kaldığı bir dönem yaşanmıştır. Kafirler İslam düzenini tanınmaz hale sokmak için şerefini Türklükle kazanmış toprakların işgal edilmesinin en tesirli yöntem olduğunu biliyorlardı. Sıkı dur: “ŞEREFİNİ TÜRKLÜĞE BORÇLU OLAN TOPRAKLARI KAFİRLER HER SEFERİNDE İSLAM’I BAHANE EDEREK İŞGAL ETTİ.” Türkiye’de yapısal işgal Tanzimat sonrasındaki bütün reformların ayak izlerini takip etti. Türkiye’de “İslamiyet’in özüne dönülüyormuş” izlenimi verilerek ve “itaatkarlığına bulduğu gerekçe” dindarlık olan herkesin desteği alınarak “Türklükle şereflendirilmiş” her türlü işleyiş berhava edildi. KÜFRE DİRENİŞİN İTİBAR KAYBETMESİ İÇİN GAYRET SARF EDENLER TÜRK MÜYDÜ, GAVUR MUYDU? Napoleon Bonaparte 1798’de Mısır’ı işgal ederken Müslüman’mış gibi davrandı. Mısır’ı yönetenlerin İslamiyet’e ters düştüğünü iddia etti. Beyannamelerinin baş köşesine “Besmele” yerleştirmekle yetinmedi, hemen altına “Kelime-i Şahadet” ilave etti. Tıpkı “bir kısım medya” gibi “bir kısım ulema” Napoleon’un arkasında idi. Demek ki işgalci güç en azından bazı kimselere Müslüman görünmeyi başarabilmiş, kafalar bulandırılabilmişti. O günlerde Mısır’da herkes için “Türk mü, gavur mu?” sorusu sorulabilseydi herkesin yeri sarahatle anlaşılmış olurdu. Siz de bugün kendi konumunuza kendi gözünüzde açıklık getirin. Napoleon’a mı benziyorsunuz? Ona tabi olanlara mı? “TÜRKLÜĞÜ KAZANMAK VE KAYBETMEK HANGİ TAVRI BENİMSEMEYE BAĞLI?” 1914-1918 savaşı boyunca İngilizler işgal ettikleri yerlerde yetki alanlarını İslam’a hizmet ettikleri propagandası sayesinde genişlettiler. Müttefikler Orta-Doğu’ya geliyor ve onların gelmesiyle Türk istilası(!) sona eriyordu. 1. Cihan Harbi Hıristiyan kuvvetlerin arasında savaşsalar bile Türk topraklarını ele geçirmeleri konusunda yekvücut hareket ettiklerinin göstergeleriyle doludur. Kafir işgalcilerin ve onların işbirlikçilerinin yaptıkları ve “aciz-ucuz” insanlar üzerinde sonuç aldıkları ilk iş “Türklüğü Müslümanlıktan ayırmak olmuştur.” “Lawrance of Arabia” ibaresinin bütün çağrışımları Türk düşmanlığında odaklanır. Günümüzde adı anılan İngiliz casusunun yazdıklarından yararlanmayı marifet sayanlar kendilerine sorsunlar bakalım, Türk mü imişler, yoksa gavur mu? Türklük demek kafire mukavemet demektir. “MÜSLÜMAN’I MÜSLÜMAN’A KIRDIRAN BÜTÜN SEBEPLER TÜRKLÜKTEN ÇIKMAYI GEREKTİREN SEBEPLERLE ÖRTÜŞÜR.” 1956 yılında İngiliz-Fransız-İsrail askeri güçleri Süveyş kanalına hücum ettikleri zaman başarılarının ancak İslam topraklarında “Türk Ruhundan” eser bırakmamak suretiyle teminata kavuşabileceğini biliyorlardı. Bu sebeple ABD’nin başını çektiği BATI halkının çoğunluğu Müslümanlığı benimsemiş bütün toplumlarda geçerli olmak üzere bir “Kafir Devlet / Müslüman Millet” taksimatına vücut verdi ve icat ettiği çatışmanın delillerini Türklüğe başvurmayı gereksiz kılacak bir biçimde harekete geçirdi. Müslüman nüfusun yoğun olduğu her ülkede iktidara sahip olanlar ve iktidara talip olanlar hasımlarına karşı yegane desteğin “yukardan”, “Batı’dan” geleceğine ikna edildiler. Ele geçirilmek istenen canlılar tuzağa gafletleri sebebiyle düşmezler. Tuzaklar bilhassa ikbal peşinde olanların av durumuna düşeceği biçimde hazırlanır. Tuzağa düşen ya konulan yemi çekici bulmuştur veyahut dikkatini kavuşmak istediği şeye yoğunlaştırdığı için bastığı zeminin ne kadar sağlam olduğunu ölçme gereği duymamıştır. Bir insanın Türk mü, gavur mu olduğu, muhatap olduğu tuzaktaki yemle kurduğu ilişkiyle açıklanacaktır; soyuyla sopuyla değil. Türk mü, gavur mu olduğumuz sorusu anlamlı bir soru olacaksa bizim bir vatanımız olup olmadığı, varsa niçin bir vatanımız olduğu, vatanımızın niçin burası olduğu sorularının cevaba kavuşturulmasıyla olacaktır. Anlamlı soruyu bulduysak anlamı da bulduk demektir. Bulduğumuz bu şey ne işe mi yarar? Sonunda benden öğrenmek istediğin bu kadarcık idiyse yazıklar olsun sana! (Cuma Mektuplarından – İ. Özel)

Hiç yorum yok: