7 Nisan 2008 Pazartesi

"TÜRKİYE NİÇİN VATAN?"

Türkiye’de kötüyü ve kötülüğü teşhis etmek çok kolay. Bütün siyasi görüş sahipleri geriletilmelerinden fayda umdukları siyasi hasımlarına bizim de tıpkı kendileri gibi cephe almamız konusunda sizi ve beni kolaylıkla ikna edebilir. Hepsinin güttükleri siyaset bakımından düşmanlarını şuracıkta ve hemen mahvetmek için haklı sebepleri ve sağlam gerekçeleri var. Herkes bir başkasının kötülüğüne dair birçok tezi elinin altında bulunduruyor Hiç kimsenin elinde kendi iyiliğini belgeleyecek tek bir delil yok. Neden böyle? Çünkü ne dünün, ne de bugünün Türkiye’sinde siyasi gayretlerin yürütülmesine fırsat veren başlangıç çizgisi “Türkiye niçin vatan?” sorusuna aranan cevap dolayısıyla çekilmiştir. Biz Türkler ancak modernlik kisvesi altında ucu ucuna denk getirmemize imkan tanınan bir hayat sahası içinde bulunmamız yüzünden temelini birçok oldubittinin teşkil ettiği bir siyasi ortamın sıkıntılarını çekmek zorunda bırakılmışız. Şu veya bu sebeple çatışan bütün siyasi taraflar hem kendilerinin hangi oldubittilerin mahsulü olduklarını, hem de hasımlarının konumlarını meşruiyeti kolayca reddedilebilecek bir oldubittiye borçlu olduklarını biliyor. Hepimiz gayet iyi biliyoruz ki geleceğimizi arıyorsak geçmişimize bakmalıyız. “Varsa ancak tarihimiz kadar talihimiz var.” Eğer millet olarak talihimizin yaver gitmediği izlenimi içindeysek, bilelim ki bunun yegane sebebi yolu talihimizden ayrı düşmüş yaverin nereye gittiği hususunu önemseyebilecek kadar pekişmiş bir karakter kazanamayışımızdır. Vatandaşlık (Milletdaşlık) bilincinden ancak alaycı biçimde bahsedilebilen bir ülkede pekişmiş bir karakter kazanmak da neyin nesi? Geleceğimizi aradığımız geçmişimize bakmasını biliyor muyuz? “Türkiye niçin vatan?” İsteyen istediği kadar kem küm etsin; bu sorunun tereddüt edilmeden verilecek bir cevabı var: “TÜRKİYE DAR-ÜL İSLAM OLDUĞU İÇİN VATAN.” Cevabımız birçokları tarafından bilinen, birçokları tarafından başka türlüsünün akla bile getirilmesi mümkün görülmeyen; ama yine de dile getirilmeyen, dile getirilmesinden korkulan bir gerçeği yansıtıyor. Siyaset adamları yukarıdaki sorunun yukarıda verilen cevabını kendi benimsedikleri bir görüşmüş gibi dile getirdikleri takdirde siyasi hayatlarının sona ereceğini biliyorlar. Sona eriş korkusunu en derinden duyanlar da “İslamcılık” esintisinden istifade ederek mevki sahibi olmuş siyasetçilerdir. “Dar-ül İslam” sözü siyasetin akış tarzı bakımından sahiden korku uyandıran bir söz müdür? Hiç kuşkunuz olmasın ki, evet. Türkiye’nin vatan oluş sebebini onun bir Müslüman yurdu oluşuna bağlamanın siyaset adamları adına tehlike doğurması bu hükümle birlikte bir tarih yorumunun siyasete davet edilmesi demektir. Gayri-Müslim bir çevre tarafından dayatılmış yorumların tamamını reddetmek demektir. Türkiye’yi denetim altında tutanlar Türklerin kendilerine mahsus yorumlardan kuvvet bularak hareket etmelerine şiddetle itiraz ediyorlar. İtirazları ne kadar şiddetliyse Türklerin zihnine, Türklük zihniyetine o kadar şiddet uyguluyorlar. Biz Türkler Avrupa fikriyatını kendimizi algılamak bakımından vazgeçilmez değerde saymazsak bizi perişan edeceklerini söylüyorlar. Haddimizi bildirme yetkisinin kendi ellerinde bulunduğunu iddia ediyorlar. Avrupa fikriyatına dair iddiaların gerçek ve geçerli olduğuna bu iddiayı ortaya atanlardan daha çok ülkenin bu iddiaların isabetli olduğunu kabullenerek işini yürüten yerlileri inanıyor. Onların inanışları yüzünden ve onların inanışları karşısında ben kendimi hep Türkiye’de, kendi memleketimde Türkiye hesabına, kendi memleketimin çıkarı doğrultusunda çalışan bir casus gibi hissetmişimdir. Casusluk çok netameli bir meslek. Öyle bir meslek ki mesleğinizin gereğini yerine getirebilmek ancak mesleğinizin ne olduğunu zihniyeti hem mahiyet ve hem de derece bakımından sizden farklı olan kimselerden saklı tuttuğunuz zaman mümkün olabiliyor. Casussanız mesleğinizi icra ettiğiniz sürece ne ayağınız, ne de diliniz sürçmelidir. Hele benim gibi kendi memleketiniz hesabına casusluk yapıyor, yani kendi yakınlarınıza onların gerçek çıkarlarına sahip çıkmalarını hızlandıracak haberleri, onların nazarında millet menfaati denilen şeyin kendi menfaatleri demek olduğunun sarahate kavuşmasını kolaylaştıracak haberleri ulaştırmak yükünü üzerinizde hissederek yaşıyorsanız her an tetikte olmak zorundasınız. Ama siz Türksünüz ve Türkiye’de Türkiye hesabına çalışıyorsunuz. Başınız derde girdiğinde ne kaçacak bir “dost” ülkeniz var ve ne de Türkiye içinde size kol-kanat gerilmesine fırsat sağlayan bir ortam içindesiniz. Neden Türk olmayı ve neden Türkiye hesabına casusluk yapmayı seçtiniz? Çünkü modern dünyada, küfrün serazat başatlığına rıza gösterilme mazeretlerinin ardı ardına sıralandığı dünya karşısında “Türk olmayı seçmek” insanlık şerefine talip olmak demektir. Türkler burjuva kültürünün baş tacı edildiği bir dünyanın dışında bir hayat tarzının, bir devletin mümkün olduğunu görmesini bilene göstermiş yegane millettir. Onların “İSTİKLAL İHTİRASI” dünyanın ümidi olmak durumundadır. Dünyanın ümide ihtiyacı yok diyenler Türklerle doğan Türkiye’ye ve Türkiye’yle doğan Türklere düşmanlık hissi besleyecek ve düşmanlık edeceklerdir. Dünyada Türkiye diye müstakil bir ülkenin bulunmaması “Kabe’ye” yönelmek için ayak basılabilecek bir toprak parçasının kalmadığına delil olarak gösterilebilir. Çanakkale şehitleri için “BEDR’İN ASLANLARI GİBİ ŞANLI İDİ” boşuna söylenmiş bir söz değildir. O kadar değildir ki; “TÜRKİYE’NİN İSTİKLALİ ALEYHİNE İŞLENEN HER CÜRÜM İSLAMİYET ALEYHİNE İŞLENMİŞ SAYILIR.” Türklerin dinini milliyetinden, milliyetini toprağından, toprağını mukadderatından kopartamazsınız. Çünkü Türkler dinleri sayesinde bir milliyete kavuşabilmişler, milliyetleri yüzünden topraklarına Türk toprakları denilmiş, Türk topraklarının mukadderatı kafirlerin yağmasına bırakılmayan topraklar olmakla belirginleşmiştir. Din. Milliyet. Toprak. Mukadderat. Türkler söz konusu olduğunda bu saydıklarımızdan birine düşman olan hepsine düşman olur. Bu saydıklarımızdan sadece bazılarına dost olduğunu ileri sürmeye kalkışan kimse bu yaptığını gerçekte hiçbirinin dostu olmadığını saklamak hepsinin mahvına açılan yolu genişletmek için yapmıştır. Yani bir bakıma Türkiye’de Türkiye hesabına casusluk yapmamak Türkiye’yi dünya haritasından silmek isteyen herhangi bir büyük gücün maşası olmayı kabullenmek demektir. Maşalığın en ideal formuna ise nasıl ulaşılabilir? Türkiye hesabına kaydedilebilecek her haklı yaklaşıma “çağ dışı” yakıştırmasını yapıştırın. Ne kadar tutarsa o kadar maşasınız. Çağ dışı olmak diye bir suç üretmeyi başarmışsanız suçluları yakalayacak bir kolluk gücü de temin edebilirsiniz. Türk düşmanlarına ideal maşa olan o kimsedir ki sahiciliğin hiçbir şey, çağdaşlığın her şey olduğunun yılmaz savunucusu haline gelmiştir. Buna mukabil Türk, sahiciliğini çağdaşlığı baş üstüne koyarak değil modern dünyanın türettiği değerlerin baskıcı vasfına boyun eğmemek suretiyle, yani çağdaşlıkla hesaplaşarak kazanmıştır. Türkün sahiciliğinden kaybetmesiyle ortama hakim olan neyse, o aynı zamanda modernliğin zorbalık anlamına bürünerek kazandığı şeydir. Modernlik insanın, Adem soyunun Yaratan’la yaratılmış arasında bir berzah olduğu düşüncesini inkar eden yaklaşımın bir sonucudur. İlahiyatın “Halk edenle”,” halk olunan” arasındaki irtibata bağlı olarak değil de insanın merkezi yeri işgal ettiği bir alanda ele alınmasını kabul eden ve sonunda modernliği doğuran bu yaklaşım Avrupa’da doğdu. Bu yaklaşım kendine gerek İbrani-Hıristiyan ve gerekse Grek-o-Romen kaynaklı istinat noktaları buldu. Kapitalizmin önce sözünün geçtiği, sonra mutlak hakim gibi algılandığı her bölgede yukarıda istinat noktası olduğunu söylediğimiz kaynaklardan üretilen birçok “modern şey” Avrupa medeniyetinin istinat duvarı özelliği kazandı. Duvarın berisinde Türklükten başka bir şey kalmadı. Neden İslamiyet değil de Türklük? Bu hem tarihi şartlar gereği ikisini birbirinden ayırmanın anlamsızlığı yüzünden böyledir, hem de kapitalizm dışında bir hayat tarzı aramanın bizi sevk ettiği yön bakımından böyledir. İslamiyet’i onun bayraktarlığını yapmadan üstün vasfıyla tanıyamazsınız. Türklük İslam bayraktarlığından başka bir şeyse onu anmaya değmez. Halbuki her anti-Türk tutumun Avrupa medeniyetinin kölesi değilse, müttefiki olmak zorunda kaldığını anlamak zor değil. Her Türk yanlısı tutumun ancak kapitalizmle topyekün uzlaşmazlığını belirgin kılarak anlam alanında kendine yer bulabildiğini de kolayca fark ediyoruz. Yinede bütün bunlar Türkiye’de Türkiye hesabına casusluk yapmanın zorluğunu ortadan kaldırmıyor. Ağır bir yük. Çetin bir uğraş. Bütün bu söylediklerimi ben söylemek zorunda kalayım istemezdim. İsterdim ki biri çıkıp bütün bunları daha da çoğunu, daha da güzelini bana söylesin. (Cuma Mektuplarından – İsmet ÖZEL)

Hiç yorum yok: