7 Nisan 2008 Pazartesi
"TÜRKLEŞMEK YAHUT AMERİKANLAŞMAK; ÜÇÜNCÜ BİR YOL YOK!"
Dünyada dönen olaylara değer hükmü yükleyişleri bakımından insanların ruhen iki fırka teşkil ettikleri sezgi yoluyla bile olsa anlaşılabiliyor. Değerlendirmesini insan hakları, demokrasi, piyasa ekonomisi ölçülerine uygun yapanlar dünyadaki en kalabalık fırkadır. Bu fırka modernleşme tasarısına haklılık tanıyanlardan oluşuyor. Batı medeniyetinin ortaya çıkardığı demokrasi, insan hakları, kazanç özgürlüğü gibi değerlerin insanlık için vazgeçilmez bir hayat çevrimi doğurduğu fikriyle hareket edenler yalnızca bir fırka teşkil etmekle kalmadılar; Onlar aynı zamanda zihinlerinde yeni bir Amerika türettiler. Gerçek Kuzey Amerika ile zihindeki Amerika sıkı bir irtibat halindedir. Amerikan hayat tarzı, medya ile ve medya yararına yaygınlık kazanan her şey, dünyanın en büyük sermayesinin kurduğu denetim mekanizması gerçek Amerika ile zihindeki Amerika arasındaki kan dolaşımını sağlamaktadır. Bu fırkanın insanları Amerikalı değillerse kurtuluşun Amerikanlaşmada olduğu kabulüne uygun davranış gösterir. Diğer fırka insan hayatında tayin edici etmenin tarih olması halinde insan hayatına bir mana atfedilebileceği görüşünü benimseyenler tarafından teşkil edilmiştir. Bu oluşumdan hüsnü zan ederek bahsetmek benim hoşuma gidiyor. Aksi halde, insan hayatının manalı olduğunu bilen bir fırka olmaması halinde ye’se kapılmaktan başka bir yol görünmüyor önümüzde. Tarihin tayin edici etmen olması ne demek? İnsan hayatında tarihin tayin edici bir rol oynaması ancak söz konusu hayatın adanmışlığının kabulüyle mümkündür. Bütün insanların hayatı adanmış hayatlardır. Her insanın elinde adanmışlığı reddetmek imkanı vardır. Her insan neye adanmış olduğu konusunda karar verme yeterliğinde yaratılmıştır. Tarih adı verilen kavrama insanlar ancak varlığın bir seyir takip ettiği görüşüne kavuşunca sahip olabilirler. Bir şey “var” ve o şey bir yerden gelmiş, bir yere gidiyor. İnsan hayatının anlamlı olup olmadığı ancak bu seyirle kıyaslandığı zaman ortaya çıkabilir. Tarih ardışık zamana uyarlanmış bir dizim değildir. İnsanların tek başlarına yaşadıklarıyla insanlığın yaşadığı arasında kurduğumuz anlam bağı tarihin konusudur. Bir insan ki onda kurulan anlam bağı muvacehesinde bir hesap verme fikri yoktur, o insanda tarih fikri aramak da beyhudedir. Tarih fikrini demokrasi, insan hakları, piyasa ekonomisi cümbüşüne kapılanlar içinde aramak ise büsbütün beyhudedir. Çünkü bu zavallılar bulundukları yere üst üste birçok inhiraf (bozulma, sapma) neticesinde geldiklerini fark etmekten acizdirler. Gelinen yerin eleştirisiyle sahip olunabilen tarih fikri Amerikanlaşma sürecini fiilen kundaklayan bir fikirdir ve (Sıkı durun!) tarih fikri “Türkleşmeyi” icap ettirir; kaçınılmaz kılar. Toz duman arasında kolay fark edilemeyeceğini itiraf etsek bile bugün Türkleşmekle Amerikanlaşmanın tarihin bir cilvesi olarak tercihe konu edilecek iki seçenek halinde karşımıza çıktığı gerçeğini bilmekle vazifeli olduğumuz hususu ortadadır. Ortada ve fakat etrafını toz duman bürümüş. Bu hususun aydınlığa kavuşturulması için öncelikle dikkat çekmemiz gereken nokta son zamanlarda George W. Bush’un “haçlı seferi” bahsini açmakla gaf yapmadığı; onun yaptığının sadece bir şeyi ağzından kaçırmaktan ibaret olduğu noktasıdır. Haçlı seferine katılanlar yerküre üzerinde Amerika adını alacak bir kıta olduğundan habersizdi. Oysa şimdi bu yeni kıtanın hükümranları işlerini düzene sokmak için sefer düzenleme ve bu seferin haç taşıması zaruretine düşmüş haldedir. Şurası açık seçik bilinsin ki “Türkleşmenin” haçlı seferleriyle kopmaz bir biçimde bağlı olduğunu bilmeyen veya unutan kimse felakete uğramış sayılır. Bir söylentiye göre şimdi bütün dünyanın “Türkiye” olarak adlandırdığı topraklara bu ismi üçüncü haçlı seferi sırasında veren Friedrich Barbarossa (1122-1190) imiş. Tarsus çayında boğulmuş. Türkiye ile haçlı seferlerinin bağını hatırlattıktan hemen sonra ister günümüze gelelim veya istersek derhal başa dönelim. Hiç fark etmeyecektir. Her iki hareketimizin de bizi çıkaracağı aynı kapıdır. Kapının bir yanıyla kapitalizmin normal ve olağan sayıldığı bir anlayışa, öteki yanıyla kapitalizmin anormalliğinin vurgulanmasıyla kalınmayıp bir sapıklık olduğu gerekçesiyle tel’in edilmesi gerektiğini kabul eden bir anlayışa açıldığını görmek lazım. Herkes bu kapıdan bilerek ve isteyerek geçer. Herkes bildiği ve istediği tarafı seçer. Herkesin muhatap olduğu soru şudur: Hayat para hakimiyeti gölgesinde sürdürülmek zorunda kalınan bir zillet midir; yoksa hayat insan şerefinin korunmasını mümkün kılan bir alanda pekala sürdürülebilir mi? İnsan şerefinin korunmasını mümkün kılan alan “Türkleşme” alanıdır. Para hakimiyeti gölgesinde ki alan “Amerikanlaşma “ alanıdır. Çok mu abarttım? Buyurun, tarihe müracaat edelim ve soralım: Dünyada bir zamanlar “Venedikli! Venedikli!... Son saatin yaklaştı” sözlerini sarf edebilecek Türklerden başka kim vardı? Venedik ve diğer İtalyan şehir devletleri kapitalizmin ilk bağlantılarını oturtan ve dünya işlerinin yürütülmesinde mali gücün etkinliğini başlatan teşkilatlardı. Bu sırada Türkler miyarı (ölçüsü) haysiyet ve hakkaniyeti muteber kılmakla tekevvün (oluşma, oluş) eden bir toplum düzenine hizmet etmekle meşgul idiler. Amerikanlaşma henüz Amerika’nın neresi olduğu bilinmeden, Türkleşme henüz Türklüğün ne olduğu bilinmeden doğmadan başlamıştı. Dünya sisteminin ilk merkezinin, ilk metropolünün, ilk “Manhattan”ının İtalyan site devletleri olduğunu biliyoruz. Bu devletler arasında rekabet etseler ve Avrupa’nın geri kalan kısmındaki hükümdarlarla çatışsalar bile onların yegane yalıtık oldukları yer Türkiye ve teb’an uyuşmaları beklenmeyen insanlar Türkler (belki Türklüğün öncüleri demek daha doğru) idi. Tarihe müracaat ettiğimiz zaman sonunda Amerikanlaşmaya varacak olan kapitalistleşme ile Türkleşmenin nasıl farklı mecralar içinde akış gösterdiklerini anlayabiliriz. Dünya tarihinin herhangi bir milli anlayışı haklı çıkaracak şekilde yorumlanmasını kötü, yanlış ve “tehlikeli(!)” görenler Amerikanlaşmanın şu veya bu dereceden memuru olurlar. Kapitalistleşme ve onunla aynı anlama gelen Amerikanlaşma ile Türkleşme arasında nasıl bir tarihi yatak farkı olduğu vakıasını anlamak isteği de Türkleşmenin başlangıcıdır. Kolayca fark edeceğiniz gibi bir insanın kurtulması için kurtulmayı istemesi yeterlidir. Türkler bir başları olması hasebiyle kapitalizm karşısında baş olma başarısına ermiş tek millettir. Aynı sebepten ötürü Amerikanlaşmanın ifsat edemediği, kokuşmaya uğratamadığı ilk millet olmaya adaydırlar. Acaba millet namzedi olmaktan millet olma merhalesine ulaşmak biz Türklere nasip olacak mı? Asli manada millet haline gelme sürecinde ilk anlayacağımız şey dünyada dört yüz seneden beri görülen siyasi çalkalanmaların hepsinin kapitalizmin yerküreyi istimlak etme çabalarından doğduğudur. Türkiye hiçbir kapitalist kuvvet tarafından istimlak edilememiş, kapitalistleşmede mesafe kat etmiş hiçbir devletin müstemlekesi durumuna düşmemiştir. Türklerin istiklal uğruna katlandıkları her mihnet, yok olma tehlikesini savuşturma gayesiyle göze aldıkları her direniş göze çarpan bir atılımı işaret etmese bile feraset sahiplerinin gözünde bir oluşuma belgelik etme değeri kazanmıştır. Bu belgeleri ibraz etme işi son çağın ilk milleti olma niyeti taşıyan herkese kalmış. Mali imkanlardan, sermaye gücünden ötede bir dayanakla dik durabilme özlemiyle dopdolu olan bir dünya Türkleşmenin desteğini arıyor. Neden böyle? Çünkü dünyadaki hastalığa karşı hastalığın müsebbibi sömürgecilerden bir çare temin etmek nasıl mantığa aykırı ve imkansızsa, bu hastalığın çaresini bulmak için sömürge durumuna düşmüş ülke ve milletlerin aklına uymak o kadar mantığa aykırı ve imkansızdır. Dünyanın sıhhate kavuşması ancak ve ancak Türkleşmiş bir bünyeyle mümkün olabilecektir. Türkiye sadece jeopolitik konumu sebebiyle değil, üstün veya alçak bir toplumsal şahsiyeti temsil etmede göstereceği performans bakımından dünyanın en dikkate değer ülkesi durumundadır. Biz burada yek vücut toplum muyuz? Türkiye Türkleşme yolunda bir anlamı yüklenme gücüne sahip yöneticilere sahip midir? 11 Eylül saldırısından sonraki süreçte Türkiye’de sorulabilecek en ciddi soru ABD yetkililerine bazı parmakların bir şeyleri işaret edip etmeyeceği ve eğer edecekse hangi parmakların nereyi ve kimleri göstereceği sorusudur. Mezkur saldırı ikbale ermek ve hasmını mahvetmek isteyenlere büyük bir fırsat sağlamıştır. İkbale ermeyi Amerikanlaşmada arayanlarla Türkleşmede arayanların, hasmını Amerikanlaşma veya Türkleşme suçlamasıyla mahvetmek isteyenlerin ayıracı olan günler bu günlerdir. ( Cuma Mektuplarından – İsmet ÖZEL )
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder