29 Nisan 2008 Salı
TÜRKİYE İSLAM'LA TANIŞTI MI?
Türkiye bütün kültür değerlerini İslam’a borçlu olduğu halde İslam’la henüz hiç tanışmamış bir ülkedir. Doğmadan önce babasını, doğum sırasında annesini kaybeden yavru gibi mi? Hayır, iki vakıa birbirine hiç benzemiyor. Türkiye ile İslam arasındaki ilişki öksüz-yetim yavrunun ebeveyniyle ilişkisine benzemiyor; Çünkü Türkiye bir ülke olarak doğuşunu, tecessüm(belirme, vucudiyet kazanma) edişini değil; Doğumundan sonraki gelişimini İslam’a borçludur. Peki, Türkiye’yi Türkiye haline getiren İslam ise, nasıl oluyor da aralarında tanışıklık husule gelmiyor? Anadolu topraklarının “dar-ül İslam” hale getirilmesinden itibaren “İslam” hem tek tek insanlar, hem de insan toplulukları için bir kazanç kapısıdır. 13. Yüzyıldan başlayarak İslam Türkiye’de yaşayan insanlara bir vatan sağlamakla kalmadı, onlara vatan olarak itibarı devlet gücüyle güvenceye kavuşmuş bir ülke bahşetmiştir. Türkiye bakımından ilme kavuşmanın biricik yolu İslam’ı özümseme anlamı taşıdı. Yüksek kültür çabasına girişmeksizin İslam’ı özümsemek mümkün değildi. Yüksek kültür yüksek dilin hem türevi, hem işlevidir. Dolayısıyla İslam’ın Türkiye’ye kendi dilini, Türkçe’yi kazandırdığını söylemekle çarpıcı bir gerçeği ifade ederiz. Dikkat ettiyseniz İslam’la Türkiye arasında cereyan eden mukabele tek yönlüdür. Bu bir alış-veriş; ama ticarette olduğu gibi değer aktarımı çift taraflı değil. Sadece bir taraf veriyor ve diğeri hep alan tarafı teşkil ediyor. Netice itibariyle, dünya karşısında İslam’la “yapılmış” bir Türkiye var; ama modern zamanlardaki hayatiyetine Türkiye’nin katkısının hesaba katılması gerektiğini düşündüğümüz bir İslam’dan söz edemiyoruz. Tarih boyunca İslam’la Türkiye arasında tek yönlü bir ilişki kurulabildi, çünkü İslam her dönemde üstünlüğü, galebe çalmayı, galibiyeti temsil etmişti. Gaza beyliklerinden günümüze uzanan çizgide “ağır basan değerlerin” yanında yer almak Türkiye’de yaşayan herkes (hiç değilse çoğunluk) için karlı bir meşguliyetti. Kar eden ettiği karı galebe çalacak yolda kullandı ve galip gelen galibiyetinden kar edeceği yatırım alanları buldu. Dolayısıyla Türkiye’yi biçimlendiren “İslam’ın ifade ettiği mana” devlet söylemiyle içli dışlı hale getirilmiş bir iletişim ortamında algılanabildi. Bağımsız bir ülke olması göz önüne alındığında Türkiye’de İslam’dan kopuk bir devlet söylemine hiçbir dönemde rastlanılamaz. Buna bilhassa Cumhuriyet dönemi dahildir. “Esasen Türkiye’nin İslam’la tanışmasının önündeki en büyük engel yönetici zümreye mensup kimseler tarafından yürütülen manevralardır.” Yönetim makamlarını gasp etme fırsatı bulan her kuşaktan insan emretme gücünü yetkenin (otoritenin) tecessüm ettiği, vücut bulduğu alanın “din mi, devlet mi” olduğu hususunu sarahatten (açıklıktan) uzaklaştırma manevralarıyla kazanmıştır. İslam kime olursa ve ne olursa hep kazandırmıştır. Bu şartlar altında Türkiye’nin İslam’la tanışmasının imkansız olduğuna akıl erdirmek hiç birimiz için zor olmayacak. İslam’la tanışmak istemeyen Türkiye’dir. İslam’la tanışmamak suretiyle İslam’dan bu kadar fayda temin ediliyorken niçin tanışmak zahmetine katlanılsın ki? İslam’la tanışmış bir Türkiye demek mükellefiyetlerini idrak etmiş bir Türkiye demektir. Türkiye’nin İslam’la tanışması halinde ilk önce “merkezilik” belirginliğe kavuşacaktır. İslam’la tanışmış bir Türkiye’nin hayatına “dünya sisteminin zavallı bir uydusu” gibi devam etmesi mümkün değildir. Türkiye “merkezilik” vasfına İslam’la tanışmadan kavuşamaz. Türkiye’nin kültür haritasının bir yerinde bulunan kendi Müslümanlığına saklanacak bir kusurmuş gibi, Türkiye’nin kültür değerlerini “durağan” halden “hareketli” hale dönüştürmek isteyenlerin Müslümanlığına (bütün kafirlerle söz birliği ederek) karşı durulması gereken bir saldırganlıkmış gibi bakan kimseler Türkiye’yi İslam’la tanıştıramayacaktır. Benim mektubum burada sona eriyor. Vuslat özlemim devam ediyor. Türkiye’nin İslam’a kavuşma ihtiyacı her gün biraz daha mübrem (kaçınılmaz) ihtiyaç haline geliyor. Çünkü hal-i hazırda birileri Türkiye’yi İslam’la tanışma ihtimalinden uzaklaştıracak mıntıkalara doğru hızla iteklemektedir. “Onların ahlaki düşkünlüğü meydanda… İtekleyenlere el verenlere ne demeli?” (Cuma Mektuplarından – İ. Özel)
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder